Yeni Suriye, Yeni Bölgesel Mimari: Türkiye’nin Stratejik Zaferi ve Batı’nın Geç Kalmış Tavrı

Suriye’de 2011 yılında başlayan halk ayaklanması, on yılı aşkın bir süre boyunca karmaşık vekâlet savaşlarının sahası haline geldi. Bu süreçte en istikrarlı ve kararlı aktörlerden biri Türkiye oldu. Ankara, hem insani hem güvenlik hem de siyasi açılardan yürüttüğü çok boyutlu politika ile Suriye’deki değişimin mimarlarından biri haline geldi. Nihayetinde, 2025 yılı itibarıyla Türkiye’nin desteklediği muhalif koalisyonun zaferi ve Beşşar Esad rejiminin yıkılması, sadece Suriye değil, tüm Ortadoğu açısından yeni bir dönemin kapısını aralamıştır.

Bu yazıda, Türkiye’nin bu süreci nasıl yönettiği, ABD ve Avrupa Birliği’nin gelişmelere yönelik pozisyonu ve bu yeni jeopolitik düzende Türkiye’nin nasıl bir konuma yerleştiği ele alınacaktır.

I. Türkiye’nin Suriye Stratejisi: Sabır, Güç ve Diplomasi Üçgeni

Türkiye, Suriye krizine müdahil olurken yalnızca sınır güvenliğini koruma amacı gütmemiş, aynı zamanda bölge halkının iradesine saygı duyan, demokratik geçişi önceleyen bir strateji benimsemiştir. Bu çerçevede Özgür Suriye Ordusu’na (ÖSO), Suriye Geçici Hükümeti’ne ve Suriye Milli Ordusu’na verdiği uzun soluklu destekler, askeri operasyonlarla (Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı, Bahar Kalkanı) birleştirilmiş ve nihayetinde muhalefetin sahadaki etkinliği kurumsal bir yapıya kavuşturulmuştur.

2024 yılında yaşanan kritik gelişmelerRusya’nın Ukrayna savaşı nedeniyle Suriye’den çekilmesi, İran’ın iç karışıklıklarla ilgilenmek zorunda kalması ve ABD’nin bölgeye olan ilgisinin azalmasıTürkiye’nin inisiyatifini artırmış ve 2025 başında Esad rejiminin düşmesiyle sonuçlanan büyük dönüşümün kapılarını aralamıştır.

Bu noktada Türkiye, sadece bir askeri başarıya değil, aynı zamanda bölgesel ve uluslararası hukuka uygun, halk destekli bir geçiş sürecine öncülük ederek meşruiyetini güçlendirmiştir.

II. ABD ve AB’nin Tutumu: Geç Kalmış Duyarlılık, Zayıf Strateji

Suriye’de Esad rejiminin yıkılmasıyla ortaya çıkan yeni ortamda, ABD ve Avrupa Birliği’nin tutumu, tutarsızlıkla malul ve stratejik bakıştan yoksun bir biçimde gelişmiştir. Özellikle ABD, yıllarca YPG/PKK unsurlarını desteklemek suretiyle Türkiye’nin güvenlik kaygılarını göz ardı etmiş, “IŞİD’le mücadele” kisvesi altında sahada Türkiye’nin meşru müttefiklerine karşı dolaylı bir blok oluşturmuştur.

Ancak Esad sonrası dönemde ortaya çıkan yeni dengeler, ABD’yi kaçınılmaz olarak Türkiye’nin desteğindeki geçici yönetime angaje olmaya zorlamıştır. Biden yönetimi, 2025 ortasında yaptığı açıklamadaSuriye halkının iradesi doğrultusunda oluşan yeni yönetimle çalışmaya hazır olduklarını” belirtmiştir. Bu geç destek, sahada fiili hakimiyet kuran Türkiye’nin diplomatik manevra alanını genişletmiş, aynı zamanda ABD’nin yıllarca destek verdiği yapılarla arasına mesafe koymasını zorunlu kılmıştır.

Avrupa Birliği ise, mülteci krizini merkeze alan politikalarının ötesine geçememiştir. Türkiye’nin insani, güvenlik ve siyasi sorumlulukları eş zamanlı yürüttüğü bir süreçte, Brüksel’in sadece “insani yardım çağrıları” ile sınırlı kalan yaklaşımı, AB’nin etkisizliğini bir kez daha gözler önüne sermiştir. Bu süreçte Türkiye, AB’ye rağmen değil, AB’nin eksikliğini telafi eden bir aktör olarak sivrilmiştir.

III. Yeni Suriye: Türkiye Merkezli Bölgesel Bir Model

Esad rejiminin devrilmesinden sonra oluşturulan Suriye Geçici Ulusal Meclisi, Türkiye’nin öncülüğünde, Katar ve bazı Körfez ülkelerinin desteğiyle çalışmalarına başlamış, ilk etapta kuzey ve doğu bölgelerinde geçici idari yapılar oluşturmuştur. Bu yapı, Türkiye’nin 2016’dan bu yana inşa ettiği yerel meclisler, eğitim, sağlık ve altyapı projeleri sayesinde hızla kurumsallaşmaktadır.

Türkiye’nin öncülüğündeki bu model:
Merkezi olmayan ama üniter yapıyı koruyan,
Etnik ve mezhebi çoğulculuğu benimseyen,
Mültecilerin güvenli ve gönüllü dönüşünü esas alan,
PKK/YPG gibi ayrılıkçı yapılara karşı sıfır tolerans politikası güden
bir çerçevede hayata geçirilmektedir.

Bu model, sadece Suriye için değil, bölgedeki diğer çatışma alanlarında da “Türk tipi istikrar” örneği olarak öne çıkmaktadır.

IV. Sonuç: Türkiye’nin Bölgesel Güç Statüsünün Tescili

Suriye’de Esad rejiminin çökmesiyle sonuçlanan bu tarihi sürecin kazananı, yalnızca Türkiye destekli muhalifler değil; rasyonel, stratejik ve insani bir dış politika yürüten Türkiye’nin ta kendisidir. Ankara, hem askeri caydırıcılığı hem diplomatik esnekliği hem de insani duyarlılığı ile bölgede benzersiz bir liderlik sergilemiştir.

ABD ve AB’nin bu yeni düzende Türkiye’yi muhatap almak zorunda kalması, yalnızca diplomatik bir zorunluluk değil; aynı zamanda Batı’nın Ortadoğu politikasında yeni bir yön tayinidir.

Suriye artık yalnızca bir kriz alanı değil; Türkiye’nin kurumsal etkisiyle şekillenen bir istikrar adasıdır. Bu durum, 21. yüzyılın ikinci çeyreğinde Türkiye’nin bölgesel güç olmanın ötesine geçerek bir sistem kurucu aktöre evrildiğinin açık göstergesidir.

 

Exit mobile version