Bugün aynı senaryo Kıbrıs için sahnede: “Türkiye füze yerleştiriyor, Akkuyu nükleer kılıf, KKTC terör yuvası.” Haritadaki hedef değişti… ama oyun aynı. Ve şimdi aynı senaryonun yeni adresi: Kıbrıs.
Kıbrıs, “Vadedilmiş Topraklar” Haritasında
Önce şu gerçeği akılda tutalım: Kıbrıs, yalnızca KKTC ya da Güney Kıbrıs’tan ibaret değil. Adanın tamamı, 1917’de çizilen “vadedilmiş topraklar” haritalarında İsrail’in hedefleri arasında yer alıyor. Yani bugün atılan adımlar, dünün planlarının devamı. Filistin’den Mısır’a, Irak’tan Suriye’ye, hatta Akkuyu’ya kadar uzanan bir zincir var bu planlarda.
O nedenle mesele sadece KKTC değil, adanın bütünü. Ve bu yüzden Rum tarafının da aslında rahat olmaması gerekiyor. Çünkü “salam dilimi politikası” bir gün herkesi içine alıyor.
Filistin’deki Yöntem: “1’e 5 Ver, Toprağı Al”
Filistin’de yaşanan süreci hatırlayalım. Önce Yahudi göçleri başladı. Sonra araziler alındı. Üstelik pahalıya alındı. Bir dönüm arazi 1 liraysa 5 liraya alındı. Filistinli, “Vatanımı satmıyorum, sadece malımı satıyorum” diye düşündü. Ama aslında sattığı, gelecekteki vatan toprağıydı.
Bugün Kıbrıs’ta da aynı yöntem işliyor. İnsanlar “arsa sattım” diye düşünüyor, ama uzun vadede farkında olmadan toprağını kaybediyor. 2021’e kadar satılan 25 bin dönüm arazi bunun en somut göstergesi. Bu miktar öyle küçük bir rakam değil; Kıbrıs gibi küçük bir ada için %1–%2’ye denk geliyor.
Üstelik satılan araziler sıradan değil; stratejik bölgeler, askeri üslerin çevreleri, kritik kıyılar… Dahası bunların verimli ve değerli mülkler olması, kaybın ne kadar büyük olduğunu ortaya koyuyor.
Askeri üslerin yanına yapılan siteler, yabancıların aldığı araziler, İskele’de deniz üssünün yanı başında kurulan konutlar… Balkonundan bakan biri, askeri hareketliliği çıplak gözle görebiliyor. Bu, yalnızca emlak yatırımı değil; istihbarat avantajı.
Bunun en somut göstergesi, İsrail basınında çıkan haberler. Haaretz gazetesi, “İbranice’nin İsrail’den sonra en çok konuşulduğu sokaklar Kıbrıs’tadır” diyerek aslında gerçeği itiraf etti.
Satın alınan evlerde, kurulan sitelerde yeni bir nüfus yoğunluğu oluşuyor. Bu tablo, Filistin’de bir zamanlar yaşananın Kıbrıs’ta yeniden sahnelendiğinin en açık göstergesi.
Greek-Jewish Project: Kıbrıs’ta Sessiz Demografi Mühendisliği
Bu satışlar tesadüfi değil, sistematik ve planlı. Ada genelinde yürütülen bu stratejiye “Greek-Jewish Project” adı verilmiş durumda. Projenin geçmişi oldukça eskiye gidiyor. 20. yüzyılın ortalarından itibaren bazı Yunan ve İsrailli çevrelerin işbirliğiyle şekillendiği, yıllar içinde akademik yayınlarda ve raporlarda dile getirildiği biliniyor. Projenin temel fikri şuydu: Türklerin yoğun yaşadığı bölgelerden toprak satın alınmalı, zaman içinde bu bölgelerdeki Türk nüfus arazisiz bırakılmalı.
Bu planın haritaları dahi hazırlanmış. Belgelerde özellikle kuzeydeki sahil şeritleri, Karpaz, Gazimağusa çevresi, Girne’nin kritik köyleri işaretlenmişti. “Prodomine Turkish” diye tanımlanan, Türklerin ağırlıklı olduğu bölgeler hedef alınmıştı. Yunanlılarla ve Rumlarla yapılan işbirliğiyle bu arazilerin kademeli şekilde el değiştirmesi öngörülüyordu.
Güneyde de aynı mantık işletildi. Türklerin mülk sahibi olduğu yerler özel olarak hedef alındı. Bugün ada genelinde gördüğümüz tablo, işte bu uzun vadeli nüfus mühendisliği projesinin yavaş yavaş hayata geçmesinden ibaret.
Kısacası Greek-Jewish Project rastgele bir yatırım hareketi değil; en az yarım yüzyıllık bir geçmişe sahip, ada Türklerini topraktan koparmayı ve demografik yapıyı değiştirmeyi amaçlayan bir stratejik proje.
Dün Filistin’de araziler pahalıya satın alınıp nüfus dengesi nasıl değiştirildiyse, bugün Kıbrıs’ta da aynı sürecin sessizce işletildiğini görüyoruz.
Salam Dilimi Politikası: Parça Parça Yutmak
Uluslararası diplomaside “salam dilimi politikası” denen bir yöntem vardır. Salamı bütün halinde yutamazsınız, ama dilim dilim keserseniz hepsini yersiniz. İsrail’in kullandığı yöntem tam da budur.
Önce küçük dilimler: bir arazi, bir şirket ortaklığı, bir askeri işbirliği. Ardından yeni bir dilim: ittifaklar, üsler, toprak transferleri. Sonunda bütün salamın yenmiş olduğunu görürsünüz.
Filistin’de, Lübnan’da, Suriye’de, Irak’ta hep böyle oldu. Şimdi sıra Kıbrıs’ta. Ve dikkat edin: İsrail, KKTC’yi bir “terör yuvası” gibi göstermek için uluslararası arenada aynı söylemi pompalıyor.
Teoride bir İsrailli ya da başka bir yabancı, ülkeye gelip istediği kadar arazi toplayamıyor.
KKTC yasaları yabancıların mülk edinmesini sınırlıyor gibi görünse de bu, daha çok bir vitrin kuralı. Yasal çerçeve “her yabancıya bir ev ya da bir dönüm arsa” diyerek kontrol görüntüsü veriyor.
Ancak sahadaki durum çok daha farklı bir tabloya işaret ediyor: yüzlerce, hatta on binlerce dönüm arazi yabancıların eline geçmiş durumda. Peki, resmiyette konulan bu sınır nasıl aşılıyor?
Pratikte bu sınırlama çeşitli yollarla etkisiz hale getiriliyor:
Kural kişiye sınırlama getiriyor, ama tüzel kişiliğe getirmiyor. Yabancı bir yatırımcı, bir Kıbrıs Türkü ile ortaklık kuruyor, şirketin üzerinden onlarca dönüm araziyi rahatça satın alabiliyor. Kâğıt üzerinde her şey “ticari faaliyet” gibi görünüyor, ama aslında bu yöntem sınırsız toprak transferinin anahtarı haline geliyor.
Burada tablo daha karmaşık. Tapular yerli avukatlar, emlakçılar ya da güvenilir görünen aracılar üzerine çıkarılıyor. Resmiyette mülk Kıbrıs Türkü’nün adına kayıtlı, ama gerçekte kontrol yabancıya geçiyor. Gizli sözleşmelerle bu durum güvence altına alınıyor. Yani dışarıdan bakıldığında “Türk malı” gibi görünen birçok arazi, fiilen İsrail sermayesinin elinde.
Bir kişi 1 konut veya 1 dönüm alabiliyor; peki ailece hareket edilirse? İsrailliler bu boşluğu kullanıyor. Baba bir ev alıyor, anne bir arsa, çocuklar ayrı ayrı tapu sahibi oluyor. Böylece tek bir aile, kısa sürede büyük bir arazi portföyü topluyor. Parçalar küçük görünüyor ama toplamda stratejik bölgelerde ciddi bir toprak kayması yaşanıyor.
En görünür yöntem bu. Sahil villaları, tatil siteleri ya da rezidans projeleri… Kâğıt üzerinde “turizm yatırımı” gibi sunuluyor, fakat sermaye ortaklıkları sayesinde yüzlerce konut yabancıların denetimine geçiyor. Bu sadece mülk edinimi değil, aynı zamanda sahil şeritlerinin, limanların, stratejik tepelerin yabancı kontrolüne açılması anlamına geliyor.
Peki, Türkiye ve KKTC Ne Yapmalı?
Gerçek şu ki, Türkiye ne Irak’tır, ne Lübnan, ne Suriye, ne de çaresiz bırakılmış Filistin. Türkiye’nin savunma sanayi gücü, askeri kapasitesi ve diplomatik refleksi bu oyunu bozacak güçtedir. Ama bu, rehavete kapılmak anlamına gelmez. Çünkü İsrail’in politikası sabırlıdır; salam dilimi yavaş kesilir.
O nedenle uyanık olmak, özellikle stratejik bölgelerde satışlara karşı ciddi tedbirler almak şarttır.
Bugün Görmezden Gelirsek, Yarın Geç Olur
Bugün “küçük satışlar, ufak anlaşmalar” gibi görünenler, yarın büyük kayıplara dönüşebilir. Filistin örneği önümüzde duruyor.
Kıbrıs, Doğu Akdeniz’in kalbidir. Ve bu kalbin kimde atacağı, bölgedeki dengeleri belirleyecek. Eğer bugün bu sessiz kuşatma fark edilmezse, yarın geri dönüşü çok daha zor bir tabloyla karşılaşabiliriz.