Betül Çeken Erdoğan

Tarih: 12.12.2025 03:31

Nereye Yetişiyoruz? Durmanın ve Nefes Almanın Unutulan Gücü

Facebook Twitter Linked-in

Değerli Artı5TV Ailesi, 

Geçtiğimiz hafta, "Kelimelerle Kendine Yolculuk" diyerek çıktığım bu yolda, bana uzattığınız elleri sımsıkı tuttum. İlk yazıma gelen o samimi yorumlarınız, desteğiniz ve en önemlisi "Yalnız değilsin, biz de aynı hislerdeyiz" diyen mesajlarınız, benim için kelimelere dökülmesi zor bir mutluluk kaynağı oldu. Meğer ne kadar kalabalıkmışız, meğer ne çok kişi aynı sessiz çığlığı atıyormuş içinden...

Geçen yazıda dijital maskelerimizden, kaygılarımızdan ve kimlik arayışımızdan bahsetmiştik. Bugün ise biraz daha derinlere, o maskelerin altındaki kalbin "neye ihtiyacı olduğuna" dokunmak istiyorum.

Hız Çağında "Durabilmek" Cesareti

Gençler olarak, yani bizler; sanki sürekli bir yere yetişmek zorundayız. Bir trene, bir sınava, bir trende (akıma), bir başarı hikayesine... Sürekli koşuyoruz. Peki, nereye?

Sabah uyanıyoruz, dünya avucumuzun içindeki ekranda akıyor. Herkes çok mutlu, herkes tatilde, herkes terfi almış, herkes "başarmış". O akışın içinde nefesimiz daralıyor. "Ben geride mi kaldım?" korkusu sarıyor dört bir yanımızı.

İşte tam bu noktada size, kendime de her gün hatırlattığım şeyi söylemek istiyorum: Durmak, geride kalmak değildir.

Bazen en büyük ilerleme, durup derin bir nefes aldığında başlar. Kendi ritmimizi bulmak zorundayız. Başkasının saatiyle kendi hayatımızı ayarlayamayız. Kimimiz 22 yaşında mezun olur, kimimiz 30 yaşında hayalindeki işi bulur. Çiçek bile vaktinden önce açmazken, biz neden hayatı bu kadar aceleye getiriyoruz?

Ekran Işığı Değil, Göz Işığı

Dijital dünyada "görünür" olmak için çabalarken, yanı başımızdaki dostumuzun gözündeki hüznü göremez olduk. Beğeni sayıları arttıkça, yüz yüze sohbetlerin tadı azaldı sanki.

Ben diyorum ki; gelin bu hafta küçük bir devrim yapalım kendimizce. Biraz "çevrimdışı" kalalım, ama hayata "çevrimiçi" olalım. Bir arkadaşımızla kahve içerken telefonu masaya ters çevirelim. Birinin hikayesini (story) izlemek yerine, gözlerinin içine bakıp "Nasılsın, ama gerçekten nasılsın?" diye soralım.

Çünkü dijital çağda en büyük lüks, sahici bir dikkat ve gerçek bir dinleyicidir. Bizi iyileştirecek olan şey, filtreli fotoğrafların altına gelen yorumlar değil; omzumuza dokunan samimi bir elin sıcaklığıdır.

Hata Yapma Özgürlüğümüz

Bize hep "mükemmel" olmamız dayatıldı. CV’lerimiz dolu olmalı, notlarımız yüksek olmalı, sosyal medyamız kusursuz görünmeli... Oysa biz genciz. Ve genç olmak, biraz da "acemilik" demektir.

Düşeceğiz arkadaşlar. Hem de bazen çok fena düşeceğiz. Yanlış tercihler yapacağız, yanlış yollara sapacağız. Ama şunu asla unutmayacağız: Yolun kendisi, varılacak yerden daha kıymetlidir.

Yara almaktan korkmayalım. O yaralar, bizim yaşadığımızın, denediğimizin ve vazgeçmediğimizin ispatıdır. "Kusursuz" bir heykel olmaktansa, çatlaklarından ışık sızan, yaşanmışlık kokan, gerçek bir insan olmayı tercih edelim.

Umut, Cebimizdeki Pusula

Evet, dünya yorucu. Evet, belirsizlikler bazen sis gibi çöküyor önümüze. Ama geçen yazımda da dediğim gibi; bizde o ışık var.

Sizden ricam şu: Hayallerinize kimsenin "imkansız" etiketi yapıştırmasına izin vermeyin. Belki şartlar zor, belki imkanlar kısıtlı ama insanın içindeki inanç, en büyük sermayesidir.

Ben bu köşede, Artı5TV çatısı altında, acemi ama inançlı kalemimle sizin sesiniz olmaya, dertlerimize ortak olmaya devam edeceğim. Yazmak benim için bir kapıydı, o kapıdan içeri girdim. Şimdi içeride sizlerle birlikte, omuz omuza yürümek istiyorum.

Unutmayın; En güzel hikaye, henüz yazılmamış olandır. Ve o kalemi tutan el, sadece sizin eliniz.

Hadi, derin bir nefes alalım ve kendi hikayemizi, başkalarının gürültüsüne aldırmadan, kendi sesimizle yazmaya başlayalım.

Sevgiyle, umutla ve en önemlisi "gerçek" kalın…


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —