Yazı hayatıma ilk kez Artı5TV vesilesiyle adım attım. Elbette ki hatalarım, eksiklerim olabilir; sürç-i lisan ettiysem affola.
İlk yazımı okuyup destekleyenler oldu, kimi eleştirenler de… Ama hepsinden öğrendim. Çünkü yazmak, hem kendine hem hayata ayna tutmak demek.
Bu yolda bana fırsat verip “kendi kelimelerimle” bir yol açan Artı5TV yönetimine de ayrıca teşekkür borçluyum. Evet, yazma konusunda çok yeniyim. Belki amatörüm, ama hevesliyim. Çünkü inanıyorum: Her yeni başlangıç, gelişimin ilk adımıdır.
Kendini geliştirmeyi, öğrenmeyi ve üretmeyi seven biri olarak; bana ve insanlara katkı sunan, yapıcı eleştirilerde bulunan tüm dostlara, tüm içten okurlara minnettarım.
Ve diyorum ki: Birlikte büyüyelim, birlikte öğrenelim.
Şöyle bir çevreme baktığımda, gençlerin gözlerinde aynı şeyi görüyorum: kaygı ve umut iç içe.
Her sabah uyanıp sosyal medyada gezinirken kendime şu soruyu soruyorum:
“Biz mi çok düşünüyoruz, yoksa dünya gerçekten bu kadar yorucu bir yer mi oldu?”
Çünkü bizim kuşağın omuzlarında hem geçmişin yükü var hem de geleceğin belirsizliği…
Bize hep “Gelecek sizin!” dediler.
Ama o gelecek nerede başlıyor, kim çiziyor bu yolu, kimse anlatmadı.
Evet, korkularımız var.
Ekonomi, eğitim, işsizlik, belirsizlik…
Çoğumuz “Ya yapamazsam?” sorusunun gölgesinde büyüyoruz.
Diplomamız olacak belki ama içimizde hep aynı soru:
“Bu hayat bana da yer açacak mı?”
Teknoloji ilerledi, dünya küçüldü ama güven duygusu sanki eksildi.
Ekranlar dünyaya açılan penceremiz oldu ama bazen o pencereler nefesimizi kesiyor.
Bizi “şımarık nesil” diye yaftalayanlara içimden hep şunu söylüyorum:
Biz şımarık değiliz.
Zaman hızlı, rekabet büyük, beklentiler yüksek.
Biz sadece hayatta kalmak değil, iyi yaşamak istiyoruz.
Tüm bu karanlık duyguların içinde bir ışık var içimizde.
Çünkü biz cesuruz.
Konuşmaktan, sorgulamaktan, değiştirmekten korkmuyoruz.
Daha adil, daha özgür, daha eşit bir dünya istiyoruz — sadece kendimiz için değil, bizden sonrakiler için de.
Hayallerimizin rengi pembe değil belki, ama ışığı var.
Daha bilinçliyiz, daha farkındayız.
Ve en önemlisi: Vazgeçmiyoruz.
Belki de asıl mesele, bize güvenilmemesi değil; bizim kendi potansiyelimizi henüz tam keşfetmememiz.
Adım attıkça göreceğiz, deneyip yanıldıkça öğreneceğiz.
Evet, kaygılarımız var. Ama her kaygının içinde bir güç gizli: Umut.
İşte o umutla yürüyoruz şimdi.
Sessizce ama inatla.
Gülümseyerek, bazen de içimiz titreyerek…
Çünkü biliyoruz: Gelecek bir gün kapımızı çalacak, ve biz hazır olacağız.
Bir başka meselemiz ise: Dijital çağda gençlerin kimlik arayışı.
Bir “ben” var içimizde…
Ama o “ben” bazen filtrelerin ardında, bazen beğeni sayılarının gölgesinde kayboluyor.
Artık kimlik sadece bir kimlik kartında yazan isim değil; paylaştığımız fotoğraflar, dinlediğimiz müzikler, attığımız yorumlar bile kim olduğumuzu anlatıyor.
Ama bazen şu soruyu kendimize sormayı unutuyoruz: Ben gerçekten kimim?
Telefon elimizden düşmüyor, ekran bizimle yatıp bizimle kalkıyor.
Her gün yüzlerce hayatı izliyoruz; kimisi başarılarını sergiliyor, kimisi mutluluğunu. Ve biz, farkında olmadan kendimizi o kalabalığın içinde “bir yere” koymaya çalışıyoruz.
Ama o sırada “gerçek ben” çoğu zaman arka planda kalıyor.
Filtrelerin arkasındaki doğal halimiz, kamera kapanınca sustuğumuz düşüncelerimiz, kimseyle paylaşmadığımız korkularımız…
İşte bizi biz yapan şey tam da onlar.
Bir paylaşım yaptığımızda beğeni sayısı moralimizi belirleyebiliyor.
Oysa bir zamanlar birinin gözlerimize bakıp “Ne güzel gülüyorsun” demesi yeterdi.Şimdi yüz kişi beğenmezse o gülüşü bile sevmemeye başlıyoruz.
Belki de dijital çağda en büyük sınavımız, başkalarının onayına muhtaç olmadan kendi değerimizi fark etmek.
Gerçek kimlik, ne kadar beğeni aldığın değil; kendinle ne kadar barışık olduğundur.
Dijital dünyadan kaçmamıza gerek yok.
Aksine, onu bilinçli, doğru ve anlamlı kullanmayı öğrenmeliyiz.
Ekranların ardında da samimiyet, dürüstlük, içtenlik mümkün.
Kendimizi başkalarına benzetmeye çalışmak yerine,
kendi sesimizi, kendi tarzımızı, kendi rengimizi bulmalıyız.
Belki az görünür oluruz, ama gerçek oluruz.
Ve gerçek olmak, bu çağda da en cesur duruştur.
Kimliğimizi ekranlarda değil, kalbimizde inşa etmeliyiz.
Çünkü bir gün hesaplarımız silinse bile, iç dünyamız hep bizimle kalacak.
Belki de bu çağda paylaşabileceğimiz en güzel şey,
kendimizle barışık olmanın huzuru.
Yolun başındayım… Ama biliyorum ki her satır, her yazı, her kelime;
hem kendime hem başkalarına dokunmanın bir yolu.
Ve bu yolculukta sizin desteğiniz, eleştiriniz, varlığınız çok değerli.
Teşekkür ederim Artı5TV ailesi, teşekkür ederim sevgili okurlar.
Birlikte öğrenmeye, yazmaya, düşünmeye devam edelim.