Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan sonra Türkiye ne yapacak?
Recep Tayyip Erdoğan’ın Türk siyasetindeki ağırlığı, son yirmi yılın bütün dengelerini belirleyen temel eksenlerden biri oldu.
Onun varlığı, yalnızca bir partiyi değil, devletin reflekslerini, kurumların işleyiş tarzını ve toplumun siyasetle kurduğu ilişkiyi şekillendirdi. Bu nedenle “Erdoğan’dan sonra Türkiye ne yapacak?” sorusu, basit bir lider değişiminden çok daha fazlasını ifade eder.
Bu soru, Türkiye’nin yeni döneminin hangi sesle konuşacağını, hangi yönlere akacağını ve hangi ritimlerle ilerleyeceğini anlamaya yönelik derin bir meraktır.
Erdoğan sonrası AK Parti, ilk kez kendi kurucusunun gölgesinden çıkma zorunluluğuyla yüzleşmek zorunda kalacaktır. Partinin kaderi, yeni liderinin kim olacağından çok, nasıl bir ruh taşıyacağıyla belirlenecektir. Karizmatik bir hatip mi yoksa technokrat bir yönetici mi öne çıkacak? Pragmatik bir siyasetçi mi yoksa genç kuşaklara hitap etmeyi önceleyen yeni bir yüz mü partiyi taşıyacak?
Bu soruların cevapları, AK Parti’nin geleceğini belirlerken Türkiye’nin siyasal haritasını da yeniden şekillendirecektir.
Erdoğan’ın yokluğunda parti içi güç dengeleri kaçınılmaz biçimde değişecek, merkezî otoritenin tek elde toplandığı yapı yerini daha dağınık bir ilişki ağına bırakacaktır. Bu durum kimi zaman yenilenme fırsatları yaratırken, kimi zaman iç rekabeti derinleştiren bir unsura dönüşebilir.
Türkiye’nin genel siyasetinde ise merkez sağın yeniden tanımlanacağı bir döneme girileceği açıktır. Yirmi yılı aşkın süredir AK Parti’nin ağırlığı altında ezilen bu geniş alan, Erdoğan sonrası dönemde siyasetin en hareketli bölgesi haline gelebilir.
Bu boşluğu, AK Parti’nin içinden doğacak yeni oluşumlar da doldurmaya çalışabilir; mevcut merkez sağ partiler de; hatta toplumun yeni arayışlarına yanıt vermek için doğacak yepyeni hareketler de.
Türkiye’nin siyasal genetiği dikkate alındığında, merkez sağın yeniden şekillenmesi kaçınılmaz bir süreçtir ve bu süreç ülkenin gelecekteki ana eksenini belirleyecektir.
Muhalefet açısından bakıldığında Erdoğan sonrası dönem bir fırsatlar alanı gibi görünse de, bu fırsatın gerçeğe dönüşmesi muhalefetin kendi iç dönüşümünü tamamlama iradesine bağlıdır.
Liderlik tartışmalarını aşamayan bir muhalefetin bu fırsatı değerlendirmesi mümkün değildir. Topluma yeni bir dil, yeni bir hikâye, yeni bir gelecek tasavvuru sunabilen bir muhalefet ise dönemin en kazançlı aktörü olabilir. Ancak yine de belirleyici olan muhalefetin iç huzurundan ziyade, seçmenin hangi duyguyla hareket edeceğidir.
Erdoğan sonrası dönemde devlet kurumlarının nasıl şekilleneceği de kritik bir meseledir. Uzun süredir lider merkezli ilerleyen siyasal düzen, yeni dönemde daha kurumsal bir çerçeveye evrilebilir.
Ekonominin yönetiminde technokrat bir tonun hâkim olması, dış politikanın kişisel diplomasiden ziyade daha çok katmanlı bir akılla yürütülmesi muhtemeldir.
Türkiye, kendi içinde bir denge arayışına girecek; bu denge, yeni liderin karakteri ve siyasal tarzıyla güç kazanacaktır.
Dış politikada Türkiye’nin ekseninin değişmesi beklenmese de, üslubunun değişmesi kuvvetle muhtemeldir.
Savunma sanayii, bölgesel etkinlik, çok yönlü dış politika gibi temel çizgiler korunacak; ancak daha düşük tansiyonlu ve daha kurumsal bir dilin hâkim olması mümkündür.
Ekonomi ise bu yeni dönemin gerçek belirleyeni olacaktır. Kurumların güçlendirilmesi, para politikasında tutarlılık, yabancı yatırımcıyla güven temelli bir ilişkinin kurulması gibi adımlar yeni dönemin ana başlıkları haline gelebilir.
Ekonomide yaşanacak iyileşme, Türkiye’nin siyasette yakalayacağı ritmi doğrudan belirleyecektir.
Sonuç olarak Türkiye, Erdoğan sonrası dönemde büyük kırılmalarla değil, daha çok yavaş ama derin bir dönüşümle karşı karşıya kalacaktır.
Bu süreç, bir sessiz şafak gibidir: Gürültü koparmadan gelen, fakat yeni bir günün başlangıcını haber veren bir değişim. AK Parti kendi kimliğini yeniden tanımlamak zorunda kalacak, muhalefet kendi sınavını yeniden verecek, devlet kurumları yeni bir denge arayacak ve Türkiye, siyasi hafızasında yeni bir sayfa açacaktır.
Bu sayfa henüz yazılmadı; ancak satırlarının tonunu belirleyecek olan şey, toplumun değişim arzusunun derinliğidir.
Ama her ne olursa olsun, Türkiye şu ana kadar elde ettiği kazanımları kaybetmeden yoluna devam etmek zorundadır.