Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy’nin görüşmeleri “zor ama üretken” olarak tanımlaması, artık tarafların sloganlardan çok gerçekçi senaryoları konuştuğunu gösteriyor.
Almanya’nın ev sahipliği ve ABD’nin masaya koyduğu güvenlik garantileri, Avrupa ile Washington arasında uzun süredir aranan ortak zeminin oluşmaya başladığını düşündürüyor.
Tam bir fikir birliği yok; ancak Ukrayna konusunda artık dağınık değil, kontrollü bir ortak tutum var. Bu bile başlı başına önemli bir değişim.
En dikkat çekici gelişme, Zelenskiy’nin NATO üyeliği konusunda sergilediği esneklik. Ukrayna, ilk kez NATO dışı güvenlik garantilerini açıkça kabul edebileceğini söylüyor.
Bu, Kiev için zor bir geri adım; Avrupa içinse savaşın daha fazla tırmanmasını önlemeye dönük sessiz bir taviz.
Öte yandan AB’nin Rusya’ya ait 300 milyar avroluk varlığa el koyma tartışması, barış arayışının ne kadar karmaşık olduğunu gösteriyor. Bu adım Ukrayna’ya kaynak sağlayabilir, ancak uluslararası hukuk açısından ciddi riskler barındırıyor. Rusya’nın konuyu mahkemelere taşıması hâlinde, AB hem hukuki hem de siyasi olarak zor bir sürece girebilir.
Zelenskiy’nin güvenlik sağlanması şartıyla savaş sırasında bile seçim yapmaya hazır olduğunu açıklaması ise Batı’ya verilen net bir mesaj: Ukrayna, demokratik iddiasından vazgeçmiyor. Bu söylem, Avrupa’nın desteğini meşrulaştıran önemli bir unsur.
Peki Berlin barış getirir mi? Hayır. Ama ilk kez, barışın hangi çerçevede mümkün olabileceği bu kadar somut biçimde konuşuluyor. Rusya masada yok; fakat masanın kurulma şekli, Moskova’ya da bir sinyal gönderiyor.
Berlin’de olan biten, savaşın bitişi değil. Ama savaşın sonsuza kadar sürmeyeceğinin güçlü bir hatırlatması.
Türkiye açısından bakıldığında ise bu süreç dikkatle izlenmesi gereken bir diplomatik fırsat barındırıyor.
Ankara, hem Kiev hem Moskova ile konuşabilen nadir aktörlerden biri olarak, Berlin’de şekillenen bu yeni çerçevenin dışında kalmak istemeyecektir.
Özellikle ateşkes, güvenlik garantileri ve yeniden inşa başlıklarında Türkiye’nin dengeleyici ve kolaylaştırıcı rolü yeniden önem kazanabilir.
Barış masası kurulacaksa, o masada Türkiye’nin de yer alması artık bir tercih değil, stratejik bir gerekliliktir.