Derya Çelikay Öztürk

Tarih: 07.11.2025 20:47

Akran Zorbalığı: Ailenin Gölgesinden Dijital Dünyanın Tehlikesine

Facebook Twitter Linked-in

Konu, şimdilerin en yakıcı problemlerinden biri: Çocuklarımızın, gençlerimizin ve hatta biz yetişkinlerin kalbine sessizce sızan bir yara…

Konferans, “Aile nedir?” sorusuyla başladı. Basit gibi görünen ama insanın içini sorgulatan bir soruydu bu. Katılımcıların çoğu aileyi anne, baba ve çocuktan oluşan bir yapı olarak tanımladı. Ancak konuşmacı o noktada sordu:
“Evlenmiş ama çocuğu olmayan bir çift aile değil midir? Ya da sevgi, saygı ve paylaşım yoksa, orada gerçekten aile var mıdır?”

Bu soru salonda derin bir sessizlik oluşturdu. Çünkü fark ettik ki aile, yalnızca kan bağıyla değil, sevgiyle, merhametle, vicdanla kurulur. Modern toplumlarda biçimler değişmiş olabilir ama aile hâlâ insanın ilk aynası, ilk öğretmenidir. Kişilik burada başlar, sevgi burada öğrenilir, sınır burada konur.

Konferansta konuşan psikiyatristin şu sözleri ise herkesin yüzünde bir farkındalık bıraktı:
Çocuğun kişiliği iki yaşında başlar, kimliği üç yaşında şekillenir. Eğer o dönemde sınır koymazsanız, o çocuk büyüdüğünde sınır tanımayan bir birey olur. Ve sınır tanımayan birey, kendi istekleri için başkalarını ezer — işte o zaman karşımıza zorba bir çocuk çıkar.”

Bu cümle anne babaların kalbine dokundu. Çünkü hiçbir ebeveyn çocuğunu zorba olarak yetiştirmek istemez. Ama sınır koymadığımız, her isteğini yerine getirdiğimiz, “aman ağlamasın” diye susturduğumuz çocuklar; ileride empati duygusu gelişmemiş, yalnızca güçle var olmayı öğrenmiş bireylere dönüşüyor.

Dinimiz İslam da bu konuda açık bir ölçü koyar. Rabbimiz Kur’an’da “Anne babaya iyilikle davranın” buyururken, aslında çocuklara da bir hayat dersi verir: saygı, sınır, merhamet. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ise çocuklara sevgiyi teşvik ederken aynı zamanda ölçüyü öğretmiştir. Ne fazla baskı, ne de sınırsız özgürlük… Her şey bir denge içinde olmalıdır. Çünkü kuralın olduğu yerde adalet, adaletin olduğu yerde huzur vardır.

Sınır koymak yasaklamak değildir; sınır, sevgiden doğan bir korumadır.
Tıpkı Allah-u Teala’nın kullarına “şunu yapın, şunu yapmayın, şu iyidir, şu kötüdür” diyerek koyduğu ölçüler gibi… Bu, sevgiden doğan bir rehberliktir.

Bir gün Peygamber Efendimiz (s.a.v.), kuşu ölen küçük bir çocuğu ziyaret eder. “Ey Ebu Umeyr, küçük kuşun ne yaptı?” diye sorar.
Bakın ne kadar ince bir merhamettir bu... Bir çocuğun hüznünü fark eder, onun kalbine dokunur, onu anlar.
 İşte biz de çocuklarımızın kalbini böyle anlamalıyız. Çünkü merhametle kurulan bir bağ, bin nasihatten güçlüdür.

Zorbalık yalnızca fiziksel değildir; sözlü, duygusal, sosyal ve dijital biçimleri vardır.
Fiziksel zorbalık: vurmak, itmek, eşyaya zarar vermek.
Sözlü zorbalık: lakap takmak, alay etmek, hakaret etmek.
Sosyal zorbalık: dışlamak, dedikodu yaymak, birini grubun dışında bırakmak.
Dijital zorbalık: sosyal medya üzerinden ifşa, dışlama, alay veya tehdit etmek.

Ve artık en tehlikelisi dijital zorbalık. Çünkü çocuklarımız televizyonun, tabletin, telefonun elinde büyüyor. Dizilerde şiddet, yarışmalarda küçük düşürme, sosyal medyada beğeni uğruna yapılan acımasız yorumlar... Tüm bunlar farkında olmadan zorbalığı normalleştiriyor. Bir çocuğun elinden oyuncağını almak da, onu sosyal medyada küçük düşürmek de aynı kökten besleniyor: güç istenci.
“Sen yapamazsın” cümlesi bir çocuğun kalbinde “Ben değersizim” duygusuna dönüşüyor.
Ve o değersizlik duygusu, bazen bir başkasını ezerek kendini ispat etme çabasına bürünüyor. İşte zorbalık tam burada filizleniyor.

Peki biz ne yapıyoruz?
Evlerimizde, çocuklarımızın ellerine tablet verip sustururken, aslında onları duygusal yalnızlığa itiyoruz.
Okullarda sınav ve başarı baskısı altında “insan olma” eğitimi geri planda kalıyor. Halbuki akran zorbalığına karşı ilk savunma hattı evdir.
Çocuğunu dinleyen bir anne-baba, onun kalbindeki fırtınayı erken duyar. Empati, paylaşma, özür dileme gibi duyguların temeli evde atılır. Ve ev, çocuğun ilk okulu; anne-baba da ilk öğretmenidir.

Unutmayalım: Zorbalığın panzehiri sevgidir, saygıdır, empatidir, imandır.
Rabbimiz merhameti bize farz kılmışken, biz çocuklarımızı nasıl sevgisiz, ilgisiz büyütebiliriz?
Bir çocuğun vicdanına merhamet tohumu ekmek, dünyanın en güçlü eğitimidir.
Ve ancak bu tohum yeşerirse o çocuk zalim değil, adaletli; zorba değil, vicdanlı biri olur.
Akran zorbalığı yalnızca bir eğitim değil, bir kalp terbiyesi meselesidir.

Belki de asıl mücadelemiz, kalplerimizi yeniden sevgiye, şefkate, empatiye açmak olmalı.
Çünkü çocuklarımız bize değil, bizim aynalarımıza bakarak büyüyorlar.
Ve o aynada ne varsa, onlar da onu yansıtıyorlar.

Unutmayalım ki; bir çocuğun kalbine dokunmak, bir toplumu iyileştirmektir.

Ve cümlelerimi bir dua ile bitirmek isterim:
 Rabbim bizlere evlatlarımıza hikmetle yaklaşmayı, sevgiyi sınırla, disiplini merhametle yoğurmayı nasip etsin.
Allah tüm anne babalara sabır, şefkat ve feraset versin; çocuklarımızı zalim değil, adaletli; zorba değil, vicdanlı eylesin.
 Âmin.


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —