Geçtiğimiz yıllarda Jackie Chan’e bir röportajda “Hayatından memnun musun?” diye sorulmuş. Verdiği cevap yalnızca bireysel bir farkındalık değil, aynı zamanda toplumsal bir gerçekliğin altını çiziyor:
“Şikayet ettiğin zor iş, işsiz birinin hayalidir.
Sabrını sınayan yaramaz çocuk, çocuksuz birinin rüyasıdır.
Sıkışık bulduğun ev, evsiz birinin hayalidir.
Mütevazı birikimlerin, borçla boğuşanlar için bir nimettir.
Külfetli bulduğun sağlık sorunların, tedaviye ulaşamayanlar için bir şanstır.
Sahip olduğun huzur, savaşın gölgesindeki coğrafyalar için bir mucizedir.”
Bu sözleri duyunca insan ister istemez düşünüyor:
Türkiye’de her gün eleştirilen, küçümsenen, yok sayılan kazanımlar aslında bu ülke insanının hayali değil miydi?
Bugün şikayet edilen “yol”, “köprü”, “şehir hastanesi”, “TOGG”, “TİHA”, “baraj”, “doğal gaz”, “sosyal destek”, “millî teknoloji”… Tüm bunlar, bir zamanlar sadece büyük şehirlerin, güçlü ülkelerin ayrıcalığıydı.
Bugün Türkiye, kendi helikopterini, İHA’sını, otomobilini üreten bir ülke konumuna geldiyse, bu bir tercihin, bir vizyonun, bir siyasi istikrarın sonucudur.
Evet, eksikler vardır. Evet, sorunlar da vardır.
Ama sorulması gereken soru şudur:
Bugün sahip olduğumuz bu imkânlar, kimlerin kararlı adımlarıyla hayata geçti?
Ve neden bazıları bu kazanımları sürekli itibarsızlaştırma çabasında?
Muhalefetin bir süredir toplumla arasında görünmez bir duvar ördüğü aşikâr.
Anadolu’nun sokağında karşılığı olmayan söylemler, “elit” bir dile hapsolmuş söylemler ve halkın değerlerini ıskalayan bir siyaset tarzı…
Ne yazık ki bu tavır, muhalefeti halkın gerçek gündeminden koparıyor.
Bir yanda “evine ekmek götürmek için mücadele eden” vatandaşın yanında olan bir anlayış;
diğer yanda bu mücadeleyi küçümseyip “ekonomik kriz” retoriğiyle her kazanımı yok sayan bir yaklaşım.
Bir yanda yerli üretimi savunan, Türkiye’yi dışa bağımlılıktan kurtarmak için gece gündüz çalışan bir irade;
diğer yanda savunma sanayi yatırımlarını bile sorgulayan bir muhalefet dili.
Jackie Chan’in dediği gibi, “sahip olduklarımız, bir başkasının hayali olabilir.”
Bugün bizim “alıştığımız” şeyler, geçmişte bizden eksik kalanlardı.
Ve biz bunlara sahipsek, bu yalnızca ekonomik değil, siyasi bir başarıdır da.
Elbette demokrasinin gereği olarak her iktidar eleştirilir, sorgulanır.
Ama eğer bu eleştiriler, yapılanı yok saymak, karalamak ve halka rağmen siyaset üretmek üzerine kuruluyorsa,
o zaman mesele muhalefet değil, milletle bağ kuramayan bir zihniyet haline gelir.
Bugün Türkiye, içeride ve dışarıda birçok baskıya, tehdide, operasyonlara rağmen ayakta kalabiliyorsa,
bunun sebebi sadece ekonomik değil, değer temelli bir siyaset anlayışının iktidarda olmasıdır.
Ve belki de tam bu yüzden bazıları rahatsız.
Sözün özü şu:
Bugün şikayet ettiğimiz her şey, aslında bir siyasi iradenin gerçekleştirdiği hayaller olabilir.
Ve bu hayallerin sahibi olan millete, onların değerlerine yabancı bir dille yaklaşanlar,
o milletin oyunu almakta da, güvenini kazanmakta da hep zorlanacaktır.
Unutmayalım: “Yarının ne getireceğini kimse bilemez.”
Ama bugün sahip olduklarımızın kıymetini bilmezsek,
yarın elimizde ne kalır, onu da kimse kestiremez.