O geceye yüklenen anlam, bazen bir mucize beklentisine, bazen de büyük bir hesaplaşmaya dönüşüyor. Oysa dürüst olalım: Değişen yalnızca bir rakam. Hayatın kendisi, ertesi sabah aynı ağırlıkla kapımızı çalıyor.
Yılbaşının bu denli abartılması, insana iki uç duygu yaşatıyor. Bir yanda “kutlamazsan eksiksin” baskısı, diğer yanda “kutlarsan yüzeysel” yargısı. İnsanlar, sırf bir gece üzerinden birbirlerini etiketlemeyi, ötekileştirmeyi başarıyor. Bir takvim gecesi, nasıl oluyor da bu kadar keskin saflar yaratabiliyor?
Oysa hayat, tek gecelik ritüellerle düzelmiyor. Yılbaşında verilen sözler, ertesi hafta unutuluyor. O büyük değişim iddiaları, günlük alışkanlıkların karşısında sessizce geri çekiliyor. Gerçek dönüşüm; kimse alkışlamazken alınan küçük kararlarda gizli. Gürültüsüz, gösterişsiz ve sürekli.
Yılbaşının “özel” ilan edilmesi, aslında birçok insanı yalnızlaştırıyor. O geceye eşlik edemeyenler, çalışmak zorunda olanlar, kalabalıklara karışmak istemeyenler… Hepsi bir anda eksikmiş gibi hissettiriliyor. Sanki değer, takvimle ölçülürmüş gibi.
Belki de mesele, yılbaşını kutlamak ya da kutlamamak değil. Mesele, bunu bir üstünlük ya da eksiklik ölçüsüne dönüştürmek. İnsanlar aynı geceyi farklı şekillerde yaşayabilir. Sessiz bir evde, bir kitabın başında olmak da; sevdiklerinle gülmek kadar meşrudur.
Yeni bir yılın gelişi, büyük vaatler istemez. Ne konfetiye ihtiyacı vardır ne de yüksek sesli geri sayımlara. Asıl mesele, insanın kendine karşı dürüst kalabilmesi. Takvim yaprağı değişirken, başkalarını yargılamadan, kendi yolunda yürüyebilmek.
Belki de en sağlıklısı şudur: Yılbaşını kutsallaştırmadan, sıradanlaştırmadan… Ona hak ettiği kadar anlam verip, geri kalan günlere de aynı özeni göstermek. Çünkü hayat, tek bir gecede değil; 365 gün boyunca yaşanır.
Belki de yılbaşına bu kadar anlam yüklemek, insana sahte bir ölümsüzlük hissi veriyor. Oysa kimse, hangi yılın son yılı olacağını bilmiyor. Kutladığınız yıl, belki de sizin öleceğiniz yıldır. Bu cümle ürkütmek için değil, ayıltmak için önemli. Çünkü hayat, sadece kutlanan gecelerde değil; sıradan günlerde, ertelenen cümlelerde, söylenmeyen sevgilerde akıp gidiyor.
Bu yüzden bir gecenin coşkusunu, hayatın tamamına yaymak yerine; her günü aynı ciddiyetle, aynı farkındalıkla yaşamak daha gerçek. Ne çok abartarak kutsamak, ne de küçümseyerek yok saymak… Yılbaşı, takvimde bir çizgi. Asıl manifesto ise insanın hayata karşı duruşu.
Belki de ortak değer tam olarak budur: Gürültüye kapılmadan, başkasının seçimini yargılamadan, fanatizme düşmeden yaşamak. Çünkü takvimler değişir, geceler geçer; ama insanın karakteri, o gecede ne yaptığıyla değil, hayatı nasıl yaşadığıyla hatırlanır.