Bundan sonra iki haftada bir bu köşede buluşacağız. Düşüncelerimi, deneyimlerimi, hayata dair gözlemlerimi sizinle paylaşacağım. Ama şunu da en baştan söylemeliyim: Yazarlık tek başına yürünecek bir yol değil. Sizlerin yorumları, soruları, eleştirileri ve hatta paylaşımlarınızla bu yol çok daha anlamlı olacak.
İlk yazımda, mesleki hayatımda en çok üzerinde durduğum bir konuyu seçtim: Disleksi.
Okula başlayan çocukların çoğu birkaç ay içinde okumaya geçer. Harfler birleşir, kelimeler canlanır, kitapların büyülü dünyası açılır. Ama bazı çocuklar için bu yol hiç de kolay değildir. Çabalasalar da harfler bir türlü yerli yerine oturmaz. İşte burada “tembel” ya da “okumayı sevmiyor” gibi etiketler yerine disleksiyi akla getirmek gerekir.
Disleksi, aslında öğrenme biçiminin farklı olmasıdır. Çocuğun zekâsıyla hiçbir ilgisi yoktur. Hatta çoğu zaman bu çocuklar başka alanlarda –resimde, müzikte, sporda– akranlarını çok geride bırakırlar. Yani mesele, onların farklı yollarla öğreniyor olmalarıdır.
Bilim diyor ki; disleksi biraz genetik, biraz da beynin çalışma düzeniyle ilgili. Beynin sol tarafındaki bazı bölgeler, okuma ve yazmada “beklenen hızda” çalışmaz. O yüzden harfler, sesler, kelimeler onlar için daha karmaşık bir yolculuğa çıkar.
Ama güzel olan şu ki; beyin inanılmaz esnek bir yapıya sahip. Doğru eğitim ve doğru destekle, disleksi yaşayan çocuklar çok güçlü beceriler geliştirebiliyor.
Burada ailelere ve öğretmenlere çok iş düşüyor. Disleksili çocuklar için klasik yöntemler pek işe yaramaz. Onların dünyasına özel kapılar açmak gerekir.
Bunlar, onların yolunu aydınlatan en büyük adımlar.
Günümüzde çocukların önündeki en büyük engellerden biri de ekran. Tabletler, telefonlar, bilgisayarlar... Erken yaşta fazla ekran, sadece dil gelişimini değil, sosyal becerileri de sekteye uğratıyor. Çocuğun oyun kurma, sohbet etme, hayal kurma becerileri törpüleniyor.
O yüzden ekran yerine; oyun, spor, sanat ve aile sohbetleri koymak çok daha kıymetli. Çocuk için en büyük öğretmen, aslında anne babanın evde sergilediği örneklerdir. Evde sürekli telefona gömülmüş bir anne babanın, çocuğa “hadi sen kitap oku” demesi pek işe yaramıyor, değil mi?
Sevgili artı5tv okurları, sevgili dostlar,
bizler çocuklarımıza sadece bilgi değil, aynı zamanda hayatı sevme, kendine güvenme ve hayal kurma gücü vermekle yükümlüyüz. Disleksi ya da başka herhangi bir zorluk, doğru yaklaşımla bir engel olmaktan çıkıp bambaşka bir güce dönüşebilir.
Bir dahaki buluşmamızda, yine hayatımızın önemli bir konusunu birlikte konuşmak dileğiyle…