Bu yasa, gerçek bir iklim dönüşümünü tetiklemekten ziyade, uluslararası kamuoyuna yönelik bir "yeşil yıkama" çabası ve mevcut ekonomik yapıyı koruma aracı olma potansiyeli taşımaktadır.
Kabul edilen kanunun en büyük zaafı, belirlenen hedeflerin bilimsel gerçeklikten ve küresel iklim kriziyle mücadele aciliyetinden fersah fersah uzak olmasıdır. Kanun, 2053 net sıfır emisyon hedefini yasal zemine oturtmuş olsa da, bu uzun vadeli hedefe ulaşmak için gereken ara hedeflerin ve somut azaltım patikalarının belirsizliği, yasanın samimiyetini sorgulatmaktadır.
Paris Anlaşması'nın 1.5°C hedefi, radikal ve hızlı emisyon azaltımlarını gerektirirken, Türkiye'nin mevcut politikaları ve bu kanun, karbon yoğun endüstrilerin korunmasını ve fosil yakıta bağımlılığın sürdürülmesini hedeflemekte; sadece mevcut büyüme projeksiyonlarını yansıtan "işler yolunda" senaryolarına dayanmaktadır.
Bu durum, yasanın iklim krizine karşı "mış gibi" yapmaktan öteye geçemeyeceğinin açık bir işaretidir.
İklim Kanunu, genel çerçeveyi çizse de, bu hedeflere ulaşmayı sağlayacak mekanizma ve uygulama araçlarında affedilmez boşluklar barındırmaktadır.
Karbon fiyatlandırması, emisyon ticaret sistemi veya sektörel bazda bağlayıcı azaltım yükümlülükleri gibi emisyonları gerçekten düşürebilecek somut araçlar ya eksik ya da muğlak bırakılmıştır.
Bu durum, kanunun bir "niyet beyanı" olmaktan öteye gidemeyeceğini, yani kağıt üzerinde kalan bir metin olarak kalacağını düşündürmektedir.
Enerji, sanayi, ulaşım gibi kilit sektörlerdeki köklü dönüşümleri teşvik edecek güçlü yaptırımlar ve destek mekanizmalarının yokluğu, yasanın fosil yakıta bağımlı ekonomik sistemi daha da pekiştirme riskini taşımaktadır.
Ayrıca, iklim değişikliğinin etkilerine uyum konusunda somut ve bağlayıcı eylem planlarının olmaması, ülkenin iklim krizi karşısındaki kırılganlığını artıracaktır.
Yasanın hazırlanış ve kabul süreçleri, ciddi bir hesap verebilirlik ve şeffaflık açığıyla karakterize edilmiştir.
Bilim insanları, çevre örgütleri, sendikalar ve etkilenen topluluklar gibi ilgili paydaşların karar alma süreçlerine etkin bir şekilde dahil edilmemesi, yasanın demokratik meşruiyetini sorgulatmaktadır.
Bu kapalı kapılar ardında yürütülen süreç, yasanın toplumsal ihtiyaçlardan ziyade, belirli ekonomik çıkarların baskısıyla şekillendiği izlenimini güçlendirmektedir.
İklim verilerinin erişilebilirliği, raporlama yükümlülükleri ve denetim mekanizmalarındaki belirsizlikler, yasanın uygulanmasının izlenmesini ve değerlendirilmesini imkansız hale getirerek, olası manipülasyonlara ve "yeşil yıkama" faaliyetlerine zemin hazırlamaktadır.
İklim eylemleri, muazzam finansal kaynaklar gerektiren bir dönüşümdür.
Ancak, kabul edilen kanun, bu finansmanın nasıl sağlanacağına dair somut ve yeterli taahhütlerden yoksundur.
Yenilenebilir enerjiye geçiş, enerji verimliliği yatırımları, iklim adaptasyon projeleri ve yeşil teknoloji geliştirme gibi alanlar için net bir finansman stratejisi, bütçe tahsisi veya teşvik mekanizması bulunmamaktadır.
Yasanın bu konudaki belirsizliği, iklim dönüşümünün mali yükünün adil olmayan bir şekilde toplumun geneline, özellikle de kırılgan kesimlere yüklenmesi riskini taşımaktadır.
Uluslararası iklim finansmanına erişim konusundaki muğlak ifadeler ise, Türkiye'nin kendi üzerine düşeni yapmaktan kaçındığı algısını pekiştirmektedir.
TBMM'den geçen iklim kanunu, Türkiye'nin iklim değişikliğiyle mücadelede "bir şeyler yapıyormuş gibi" görünmesini sağlayan sembolik bir adımdan öteye geçememe riski taşımaktadır.
Yetersiz hedefler, boşluklarla dolu uygulama mekanizmaları, şeffaflık ve katılımcılık eksiklikleri ile belirsiz finansman taahhütleri, bu yasanın gerçek bir iklim dönüşümünü tetiklemekten ziyade, mevcut fosil yakıt bağımlısı ekonomik yapıyı koruma ve uluslararası kamuoyunu yanıltma amacı güden bir "iklim iğvası" (greenwashing) aracı olarak yorumlanmasına neden olmaktadır.
Türkiye'nin iklim krizi karşısındaki gerçek samimiyeti, bu yasanın kağıt üzerindeki vaatlerinden ziyade, önümüzdeki dönemde atılacak somut, bağlayıcı ve bilime dayalı adımlarla ölçülecektir.
Aksi takdirde, bu kanun, gelecek nesillere daha da kötüleşen bir iklim krizini ve artan kırılganlıkları miras bırakmaktan başka bir işe yaramayacaktır.