DEM Parti’nin sürece açık destek vermesi, silahların Türk güvenlik güçleri tarafından teslim alınması ve tüm işlemlerin tutanaklarla belgelenmesi, bu girişimi geçmişteki çözüm sürecinden ayıran en temel farklardan biri. Ayrıca Meclis’te kurulacak komisyonla süreç sadece yürütme değil, yasama organı tarafından da denetlenecek ve tüm kamuoyuna açık olacak.
Bu stratejinin baş mimarları, hiç kuşkusuz Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’dir. Her iki lider de bu projeye büyük siyasi risk alarak öncülük etmiş, devlet aklının ve siyasi iradenin kesişiminde bir çözüm modeli ortaya koymuşlardır. Türkiye, bu süreç başarıyla sonuçlandığında her iki lidere de tarihî düzeyde minnettar kalacaktır.
Bu barış süreci üç temel siyasi aktör üzerinden şekilleniyor: Cumhurbaşkanlığı, DEM Parti ve MHP.
Cumhurbaşkanı Erdoğan için süreç aynı zamanda:
• Tarihî bir liderlik mirası bırakmak,
• Yeni anayasa sürecinin toplumsal/siyasal zeminini oluşturmak,
• Doğu ve Güneydoğu’da kaybedilen siyasi tabanı yeniden kazanmak,
• Türkiye’nin uluslararası prestijini daha da güçlendirmek gibi uzun vadeli stratejik hedefler içeriyor.
DEM Parti, meşru siyasetin güçlenmesi ve meselelerin demokratik yollarla çözülmesi adına bu süreci bir fırsat olarak görüyor. Parti:
• Şiddet yerine siyasetle temsilin önünü açmayı hedefliyor.
Bu katkı, siyasi hareketin sistem içi çözüm anlayışının güç kazandığını gösteriyor.
MHP, Cumhur İttifakı içinde kalarak bu sürece destek vererek önemli bir sorumluluk üstlenmiş durumda. Bahçeli liderliğindeki parti, sürecin “taviz” değil, devletin kudreti karşısında silahların susması şeklinde yürütülmesini önemsiyor. Üniter yapı ve milli bütünlük hassasiyetleri çerçevesinde sürecin ilerlemesi, MHP açısından temel kırmızı çizgidir.
Bu süreçte Bahçeli’nin desteği, yalnızca ittifakın değil, milliyetçi kamuoyunun da sürece mesafeli ama temkinli bir şekilde dahil olmasını sağlıyor.
Sürecin kalıcı olması halinde Türkiye ekonomisine kısa ve orta vadede önemli katkılar sağlayacağı öngörülüyor:
• Jeopolitik risk priminin düşmesiyle dış yatırımlar artabilir, borçlanma maliyetleri düşebilir.
• Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde özel sektör yatırımları ve istihdam artar.
• Turizm, tarım ve lojistik gibi sektörlerde canlanma yaşanır.
• Yatırımcı güveni güçlenir, yerli ve yabancı sermaye daha istikrarlı bir Türkiye algısıyla hareket eder.
Bu süreç, yalnızca iç piyasayı değil; Türkiye’nin küresel itibarı açısından da önemli bir eşiktir.
Türkiye zaten dış siyasette bölgesel gücü ve bağımsız dış politika çizgisiyle saygın bir aktör konumundadır.
Barış süreci, bu itibarı daha da pekiştirecek, Türkiye’yi sadece askerî değil, diplomatik ve toplumsal barış alanında da öncü bir ülke konumuna taşıyacaktır.
Toplumda şehit haberlerinin son bulması, yıllardır süren acıların dinmesi ve ortak bir gelecek umudu, sürece olan desteği hızla büyütebilir. Ancak bu barış atmosferi aynı zamanda sabote edilmeye açık bir süreçtir.
Provokasyon girişimleri, iç ve dış mihraklarca tetiklenebilir. Bu nedenle güvenlik birimlerinin koordinasyonu, istihbarat çalışmaları ve kamuoyunun sağduyusu hayati öneme sahiptir.
Türkiye belki de ilk kez bu kadar güçlü, kapsayıcı ve meşru bir barış süreciyle karşı karşıya.
Bu sürecin mimarları olan Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Devlet Bahçeli, büyük bir siyasi cesaret ve kararlılıkla hareket etmişlerdir.
DEM Parti’nin yapıcı ve açık desteği ise sürecin toplumsal ve siyasal meşruiyetini güçlendirmektedir.
Bu proje başarıya ulaştığında yalnızca terör sorunu sona ermeyecek, aynı zamanda Türkiye yeni bir toplumsal sözleşmeye, daha güçlü bir ekonomiye ve istikrarlı bir siyasi iklime kavuşacaktır.
Ve belki de en önemlisi:
Bu süreçle birlikte, Türk ve Kürt halkları arasındaki yüzyıllardır süregelen kardeşliğin hiçbir provokasyonla, hiçbir ayrımcı politikayla bozulamayacağı tescillenmiş olacaktır.
Bu sadece bugünü değil; geleceği de kurtaran bir miras olacaktır.