Doping Medya Reklam
artı5tv youtube reklamı

Deniz Sümeyye Üzüm

Daha çok içten gelen küçük bir huzursuzlukla.
“Bir şey mi kaçırıyorum?”
hissiyle.

Adını koyamadığımız ama bedenimizde yer eden o tanıdık gerilimle.

Hadi buradan başlayalım.

Kıskançlık hayatımıza çoğu zaman usulca girmez. Bir anda kalp atışı hızlanır, zihin senaryolar üretmeye başlar. Küçük detaylar büyür, gerçekler arka plana çekilir. Ve bazen, fark etmeden, sevgi yerini kuşkuya bırakır.

Bugün tam da buradan konuşacağız.
Kıskançlığın insani bir duygudan çıkıp patolojik bir hâl aldığı noktadan.

Adı da oldukça tanıdık: Othello Sendromu.

Bu sendrom adını William Shakespeare’in ünlü tragedyası Othello’dan alır. Othello, eşi Desdemona’yı tutkuyla seven, güçlü ama içten içe kırılgan bir karakterdir. Oyun boyunca Othello’nun zihnine küçük şüpheler ekilir. Yanlış yorumlanan bakışlar, masum bir mendil ve fısıldanan imalar… Somut bir kanıt yoktur. Ama Othello için gerçek çoktan şekillenmiştir:

“Desdemona beni aldatıyor.”

Psikiyatride Othello Sendromu, partnerin sadakatsiz olduğuna dair gerçekle uyuşmayan, sanrısal ve değiştirilemeyen bir inanç olarak tanımlanır. Mantık işlemez, kanıt işe yaramaz. Kişi için bu düşünce bir şüphe değil, mutlak gerçektir. Sevgi yerini kontrole bırakır. Dinlemek yerini sorgulamaya. Bağlanmak yerini denetlemeye…

Burada şu soruyu sormak önemlidir:
 Kıskançlık bir hastalık mı?

Hayır.
Kıskançlık tek başına bir hastalık değildir. Oldukça insani bir duygudur. Sevdiğimizde, bağlandığımızda ve kaybetmek istemediğimizde ortaya çıkar. Ancak her duyguda olduğu gibi kıskançlığın da bir eşiği vardır. O eşik aşıldığında, duygu düşünceye; düşünce takıntıya; takıntı ise davranışa dönüşür.

Normal kıskançlık gelir, konuşulur ve geçer.
Patolojik kıskançlık ise kalır. Israr eder. İlişkinin merkezine yerleşir.

Othello Sendromu’nda kıskançlık çoğu zaman obsesif özellikler gösterir. Sürekli sorgulama, telefon kontrol etme, takip etme, suçlama… Ve kişi çoğu zaman şunu söyler:
“Ama ben sevdiğim için yapıyorum.”

Oysa klinik açıdan baktığımızda, burada konuşan şey sevgi değil, kaygıdır.

İkili ilişkilerde yoğun kıskançlığın arkasında çoğu zaman partner yoktur. Orada duran şey, kişinin kendisiyle ilgili temel inançlarıdır:
“Ben yeterli değilim.”
“Bir gün terk edileceğim.”
“Sevilmeye layık mıyım, emin değilim.”

Yani kişi karşısındakini değil, aslında kendi içindeki alarmı susturmaya çalışır. Ama kontrol, güven yaratmaz. Aksine, ilişkideki bağı yavaş yavaş tüketir.

Peki, kıskançlıkla baş etmek mümkün mü?
 Kesinlikle evet.

İlk adım farkındalıktır.
“Kıskanıyorum” diyebilmek zayıflık değil; psikolojik olgunluktur.

Ardından düşünceyi yakalamak gelir:
“Bu düşünceye neden inanıyorum?”
“Elimde gerçekten ne var?”

Bilişsel Davranışçı Terapi bu döngüyü görünür kılar. Şema terapisi ise kıskançlığın köklerine, yani erken dönem bağlanma deneyimlerine odaklanır. Sanrısal düzeyde kıskançlıkta ise psikiyatrik destek şarttır.

Ve burayı özellikle vurgulamak istiyorum:

Kıskançlık sevginin kanıtı değildir.
Çoğu zaman korkunun sesidir.

Korku konuşulmadığında, bastırıldığında ya da kontrolle örtülmeye çalışıldığında… Othello’nun hikâyesi yeniden yazılır. Belki bir mendil yüzünden değil; bir mesaj, bir sessizlik ya da içten içe büyüyen bir şüphe yüzünden.

Kaynakça

  • Köknel, Ö. (2013). Kaygıdan Mutluluğa Kişilik. Altın Kitaplar
  • Tarhan, N. (2018). Aşk Terapisi. Timaş Yayınları
  • Cüceloğlu, D. (2016). İnsan ve Davranışı. Remzi Kitabevi
  • Türk Psikiyatri Derneği (TPD). Sanrısal Bozukluklar ve Patolojik Kıskançlık Bilgilendirme Metinleri
  • Akhtar, S. (Türkçe baskı). Kıskançlık ve Haset. Metis Yayınları

Yorum Yazın

Seviyorum Ama Güvenemiyorum: Patolojik Kıskançlık Üzerine

Bu bölümü yazarken şunu fark ettim: Kıskançlık çoğu zaman büyük olaylarla başlamıyor. Ne yüksek sesli tartışmalarla ne de açık krizlerle…

21.12.2025 21:26:00

YAZARLAR

artı5tv youtube reklamı