Salih Altınışık

Ancak bu çatışmanın perde arkasına, manşetlerin ötesine baktığımızda, sarsıcı bir iddia akıllara geliyor: İran, İsrail ve Amerika Birleşik Devletleri, aslında bir "ruh üçüzleri" gibi mi hareket ediyor?

Her ne kadar yüzeyde amansız düşmanlar gibi görünseler de, İran'ın attığı her adımın, İsrail'in ve dolayısıyla ABD'nin bölgedeki çıkarlarına hizmet ettiği tezi, üzerinde durmaya değer bir spekülasyon olarak karşımıza çıkıyor.

Humeyni Devrimi ve İsrail'in "Haklı Gerekçeleri (!)"

Bu ilginç tezi destekleyen ilk sinyallerden biri, İran'daki Şah rejiminin devrilmesiyle başladı. Humeyni'nin iktidara gelişiyle birlikte, "Siyonizmi, İsrail'i yıkacağım!" söylemi, hem bölgede hem de uluslararası alanda büyük yankı uyandırdı. Ancak bu keskin söylemin aksine, İran'ın sonraki adımları, paradoksal bir şekilde İsrail'in saldırgan tavrına adeta "haklı gerekçeler" üretti. İran'ın katı dini rejimi, Batı karşıtı söylemleri ve özellikle nükleer programı, İsrail'in kendisini sürekli bir tehdit altında hissetmesini sağladı. Bu durum, İsrail'in askeri kapasitesini artırması, savunma harcamalarını yükseltmesi ve bölgedeki askeri operasyonlarını meşrulaştırması için bir zemin oluşturdu.

Nükleer Programın Gölgesinde İsrail'in Denetlenemez Gücü

İran'ın nükleer programı, bu "ruh üçüzleri" tezinin en kritik ayağını oluşturuyor. İran'ın nükleer silaha sahip olma potansiyeli, İsrail'in denetlenemez bir nükleer güç haline gelmesine adeta vesile oldu. Zira İsrail, uluslararası nükleer anlaşmalara taraf olmamış ve nükleer silahlarını hiçbir zaman açıkça kabul etmemiştir. İran'ın nükleer tehdit olarak gösterilmesi, İsrail'in bu belirsiz statüsünü korumasına ve kimse tarafından denetlenmemesine olanak tanıdı.

Ortadoğu'da adeta şımarık bir çocuk gibi hareket eden İsrail, istediği savaşları üretiyor, istediği operasyonları düzenliyor ve tüm bunları İran'ı düşman göstererek haklı çıkarıyor. Bu durum, İsrail'in hem askeri hem de diplomatik anlamda bölgedeki üstünlüğünü pekiştiriyor.

Uluslararası Hukuk ve ABD'nin Çifte Standardı

İsrail'in uluslararası hukuku hiçe sayan ve Filistin topraklarındaki işgalini sürdüren tavrı, ABD'nin sınırsız desteğiyle perçinleniyor. Bu noktada, ABD'nin Ortadoğu politikası, çifte standartlarla dolu bir tablo çiziyor. Bir yandan İran'ı nükleer tehdit olarak gösterip yaptırımlarla boğarken, diğer yandan İsrail'in nükleer silahlarını görmezden gelmesi ve uluslararası hukuka aykırı eylemlerine göz yumması, durumun vahametini ortaya koyuyor. ABD'nin bu tutumu, İsrail'in kendince, Siyonist algıda haklılığını uluslararası arenada kabul ettirmesine olanak tanıyor.

İran'ın varlığı ve söylemleri, İsrail'in saldırgan politikalarını meşrulaştırmak için kullanışlı bir araç haline geliyor.

Sonuç olarak...

Ortadoğu'daki güç dinamikleri, yüzeydeki düşmanlıklardan çok daha karmaşık bir yapıyı işaret ediyor. İran, İsrail ve ABD'nin görünürdeki çatışmaları, aslında her üç aktörün de bölgedeki stratejik çıkarlarına hizmet eden bir tehlikeli dansı andırıyor. Bu durum, bölgedeki kalıcı barışın önündeki en büyük engellerden biri olmaya devam edecek gibi görünüyor.

 


Ortadoğu'nun Tehlikeli Dansı: Ruh Üçüzleri mi, Yoksa Ortak Çıkarlar mı?

Son günlerde Ortadoğu'yu yangın yerine çeviren, dünya gündeminden düşmeyen İsrail-İran arasındaki doğrudan savaş hali, bir kez daha bölgeyi derin bir istikrarsızlığa sürükleme potansiyeli taşıyor.

17.06.2025 14:39:00