Bazen fark etmişsinizdir; düşünceler o kadar hızlı akar ki kelimeler onlara yetişemez. Ya da tam tersi, kafamız o kadar karışıktır ki “Ne hissediyorum?” sorusunu yanıtlamak için kelimelere ihtiyaç duyarız. İşte yazmak, tam da bu noktada devreye giriyor. Kelimeler bazen en güvenilir, en sadık dostumuz olabiliyor.
Yazmak, kendine ayırdığın bir zaman dilimi aslında. Günlük koşuşturma içinde fark etmediğin duygularınla yüzleşiyorsun; öfkeni, korkunu, umutlarını kağıda döktükçe onlara birer isim veriyorsun. Ve inan, çoğu zaman çözümün ilk adımı bu oluyor. Duygular küçülmez belki ama onları anlamak, onları yönetebilmenin başlangıcıdır.
Yazmak aynı zamanda özgürlüktür. Kimseyi yargılamadan, kimseye hesap vermeden düşündüklerini ifade edebilirsin. Hata yapma korkusu yoktur; doğru ya da yanlış ayrımı yoktur. Sadece kendine alan açarsın. Ve bazen bir satırın sonunda fark edersin ki; düşündüğünden daha güçlü, daha huzurlu ve daha net hissediyorsun.
Tabii ki yazmak tek başına mucize yaratmaz. Ama kafandaki karmaşayı düzenlemenin, kendi sesini bulmanın ve duygularınla barışmanın sessiz, etkili bir yoludur. Her yazdığın kelime sana hatırlatır: “Buradasın. Hissetmektesin. Anlamaya çalışıyorsun.”
Belki de yazmak, terapiden öte bir ritüeldir; kendinle buluştuğun, kendi hikâyeni yazdığın bir yol. Sayfalar doldukça kafanda bir düzen kurulur, kalbin hafifler ve en önemlisi, kendi hikâyenin yazarı sensindir.
Hayat çoğu zaman ani ve büyük değişimlerle doluymuş gibi görünür. Ama gerçek şu: En kalıcı değişimler genellikle sessiz, küçük adımlarla başlar. Bir fincan kahveyle uyanmak, bir sayfa kitap okumak, birine gülümsemek… İlk bakışta önemsiz gibi görünen bu eylemler, zamanla büyük dönüşümlerin habercisidir.
Küçük adımlar sabır ve istikrarla birleştiğinde etkisini gösterir. Diyelim ki bir sabah koşmaya karar verdin; ertesi gün sadece on dakika yürüyebilirsin. Ya da her gün bir sayfa yazıyorsun ve zamanla bu bir kitabın taslağına dönüşüyor. Önemli olan mükemmel olmak değil, devam etmektir. Çünkü her küçük adım bir sonraki adımı mümkün kılar.
Büyük değişimler gözünü korkutabilir; “Ya başaramazsam?” diye düşünebilirsin. Ama küçük adımlar korkuyu azaltır, kontrolü geri verir ve cesareti besler. Küçük bir eylem bile içindeki “Deneyebilirim” hissini uyandırır ve bu his, zamanla hayatın her alanına yayılır.
Hayat aslında bir dizi küçük seçim ve eylemdir. Devasa bir hareket yapmak zorunda değilsin. Yeter ki istikrarlı bir şekilde ilerle; küçük adımlar ve sabır birleştiğinde, fark etmeden büyük bir değişim yaratmış olursun. İşte o zaman anlarız: Değişim görkemli bir patlama değil, sessiz ve sürekli bir büyümedir.
Bir kitapçı rafına bak, binlerce kitap… Peki, kaç tanesi bir kadının iç dünyasından, hayallerinden, deneyimlerinden doğmuş? Kadın yazarların sesi hâlâ çok değerli; çünkü her satırında paylaşılmamış bir hikâye, gizli bir duygu saklıdır.
Dünya hâlâ pek çok kadını sessiz kalmaya zorlayabiliyor. Toplumun dayattığı roller, kalıplar… Bunlar kadınların düşüncelerini özgürce ifade etmesini engelliyor. İşte bu yüzden kadın yazarlar sadece hikâye anlatmıyor; görünmez olanı görünür kılıyor, duyulmamış olanı duyuruyor. Bir kadının kaleminden çıkan söz, başka bir kadının yalnız olmadığını hatırlatıyor ve bazen bu, hayat değiştiren bir güç olabiliyor.
Kadın yazarların sesi sadece kadınlar için değil, toplum için de büyük önem taşıyor. Bir toplum, yarısının sesini duymuyorsa eksik kalır. Tarih boyunca pek çok kadın yazar, cesurca konuşarak hem kendi hayatını hem de başkalarının hayatını dönüştürdü. Virginia Woolf’tan Elif Şafak’a, Chimamanda Ngozi Adichie’den pek çok yazara kadar… Her satır bir edebiyat eseri olmanın ötesinde, direniş ve umut mesajı taşıyor.
Kadın yazarların sesini önemsemek, empatiyi, anlayışı ve farklı bakış açılarını beslemektir. Okuyucu, başka bir kadının gözünden dünyayı keşfederken kendi sınırlarını, korkularını ve umutlarını da görür. Ve en güzeli, hâlâ anlatılmamış hikâyeler olduğunu hatırlatır; hâlâ kelimelerle dünyayı değiştirebileceğimizi gösterir.
Bir sonraki yazımda yeniden buluşmak üzere,
Sevgilerle…