Şakir Kurter

Tarih: 15.06.2025 00:55

İran’a Saldırının Asıl Anlamı

Facebook Twitter Linked-in

İsrail’in geçtiğimiz gece İran’a yönelik gerçekleştirdiği saldırı, sıradan bir askeri hamle değil; topyekûn bir düzen kurma çabasıdır. Bu saldırının hedefi sadece radarlar, füzeler ya da komuta merkezleri değil; doğrudan bölgesel denklemler, siyasal meşruiyetler ve halkların hafızasıdır. Sarsılan sadece Tahran değil, bölgede alternatif bir geleceğe duyulan inançtır.

İsrail’in bu operasyonu tek başına gerçekleştirdiğini düşünmek, sahnedeki kuklayı özgür sanmak olur. ABD savaş uçaklarının varlığı, bazı Arap rejimlerinin istihbarat ve lojistik katkıları, bu saldırının kolektif bir iradeyi yansıttığını gösteriyor. Washington’dan gelen mesafeli açıklamalar ya da Arap başkentlerinden yükselen temkinli kınamalar, kamuoylarını yatıştırmaya dönük taktik manevralardır. Oysa perde arkasında roller çok önceden dağıtılmıştır.

Teoloji ile Harita Arasında
Bu tasarımın zihin arkasında Evanjelist siyaset yapıcılar yer almaktadır. Trump döneminde etkili olan bu kadrolar, İsrail’i yalnızca bir müttefik olarak değil, kutsanmış bir ulus, kehanetlerin anahtarı olarak görmekteydi. Kudüs merkezli bir jeopolitik tahayyül, yalnızca İran’ı değil, bölgenin tamamını yeni bir haritaya mecbur bırakmaktadır.

İbrahim Anlaşmaları ile İsrail’e yanaşan Arap rejimleri ise bu dizaynın gönüllü taşeronlarıdır. Onları bir araya getiren motivasyon Filistin davası ya da demokrasi değil; İran’ın Şii etkisi ve Müslüman Kardeşler’in Sünni halklar üzerindeki mobilizasyon kabiliyetidir. İsrail, bu korkuların sigortası olarak işlev görmektedir.

Çözülen Hatlar, Kurulan Koridorlar
İran’ın bu saldırılara karşı etkisiz kalması, bir askeri zaaf olmaktan öte, sistemin geneline yayılan bir çöküşün göstergesidir. Kasım Süleymani suikastı, bilim insanlarının hedef alınması, kutsal mekânlara dönük eylemler ve bunlara verilen sessiz tepkiler, devlet refleksinin felce uğradığını ortaya koymaktadır.

Bu zayıflık, sadece İran’ın değil; Tahran-Bağdat-Şam-Beyrut hattının da çözülmesine neden olmaktadır. Şii Ekseni olarak bilinen bu blok, jeopolitik bir direnç hattıydı. Bugün bu hattın çöküşüyle birlikte İran-Irak-Suriye üçgeninde bir “Kürt özerk kuşağı” oluşturulması yönündeki adımlar hız kazanmıştır. DAEŞ’e karşı kurulan geçici yapılar, artık kalıcı aktörlere dönüştürülmekte; İran’ın düşüşüyle bu süreç kolaylaştırılmaktadır.

Dengeyi Bozabilecek Tek Güç Türkiye
Tüm bu tabloda Türkiye, kilit bir aktör olarak öne çıkıyor. Ne İran gibi çöken bir rejimin parçası, ne de Arap monarşileri gibi teslimiyet içinde. Ancak Türkiye’nin ekonomik olarak baskılanması, içeride kutuplaştırılması ve dış politikada yalnızlaştırılması da bu küresel projenin bir parçasıdır. Çünkü Türkiye, bölgenin kendi iç sesi, halkların son umudu ve dizayna muhalif olabilecek yegâne güç merkezidir.

Haritalar Kalple Çizilir
İran’a yapılan saldırı, sadece bir devlete değil, halkların geleceğine yöneliktir. Haritalar masa başında çizilir; ama onları tarihe kazıyan halkların iradesidir. Evanjelik kehanetler, Arap rejimlerinin korkuları, İsrail istihbaratının planları ya da ABD’nin hegemonik tahayyülü; hepsi karşısında halkların sesi hâlâ bir karşı duruş imkânı taşımaktadır.
Ve bu sesin adı, hâlâ yankılanmaktadır: TÜRKİYE.


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —