2020’li yılların başında Orta Doğu’da, özellikle Trump yönetimi döneminde “Abraham Anlaşmaları” ile oluşan yapay bir istikrar algısı hakimdi. İsrail ile bazı Arap ülkeleri diplomatik ilişkiler kurarken, İran nükleer anlaşmalardan dışlanmış ama doğrudan çatışmadan uzak bir çizgide tutulmuştu. Ancak bu geçici denge artık çökmüş durumda.
Alman medyası ve bölgesel analiz merkezleri açıkça Trump’ın Orta Doğu’daki barış planının başarısız olduğunu ve Netanyahu’nun İran’la tırmandırdığı gerilimle ABD’yi — özellikle de Trump’ı — savaşa çekmeye çalıştığını vurguluyor.
Netanyahu’nun siyasal kariyerinde savaş tehdidi, bir yönetim stratejisi olarak işlev gördü. İç politikada yolsuzluk davaları ve koalisyon krizleriyle sarsılan Netanyahu, İran tehdidini sürekli diri tutarak hem ABD desteğini canlı tutuyor hem de içeride milliyetçi refleksleri harekete geçiriyor.
İsrail’in yıllardır başarıyla kullandığı “Demir Kubbe” (Iron Dome) hava savunma sistemi, eş zamanlı, yüksek hacimli saldırılar karşısında kısmi yetersizlikler göstermeye başladı:
Bu durum, İsrail’in savunma teknolojilerinin mutlak koruma sağlamadığı bir döneme işaret ediyor.
İsrail’in, İran’la yaşanan gerilimi gerekçe göstererek Mescid-i Aksa’yı Müslümanların ibadetine kapatması, yalnızca Filistin özelinde değil, İslam dünyasının tamamında büyük bir infiale yol açabilecek bir provokasyon niteliğindedir.
Türkiye, bölgedeki en önemli Müslüman aktörlerden biri olarak hem Filistin meselesinde ilkeli bir duruş sergileyen, hem de İran ve İsrail ile diplomatik kanalları açık tutan nadir ülkelerden biridir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Mescid-i Aksa’nın kapatılmasını “kırmızı çizgi” olarak niteledi.
Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısına karşı Batı’nın gösterdiği yoğun tepki ile, İsrail’in Gazze’deki ağır sivil kayıplarına rağmen dokunulmaz kalması, uluslararası sistemin derin bir çifte standart sorunu yaşadığını ortaya koyuyor.
Savaşın etkileri yalnızca askeri boyutta kalmıyor; ekonomi, göç ve güvenlik dengeleri üzerinde de geniş çaplı etkiler doğuruyor:
İsrail-İran gerilimi, yalnızca bölgesel bir çatışma değil, aynı zamanda:
bir kırılma anıdır.
Bu savaşın bir galibi olmayacak. Ancak kaybedeni... evrensel hukuk düzeni, diplomasi ve küresel barış vizyonudur.