Doping Medya Reklam
artı5tv youtube reklamı

Salih Altınışık

Bu nedenle, böylesi bir durumda devletin refleksi yalnızca kişinin fiziki özgürlüğünü kısıtlamakla sınırlı kalamaz. Eğer ortada ağır bir suç isnadı ve bu isnadın gereği olarak verilmiş bir tutuklama kararı varsa, bu kararın anlamı kişiyi toplumla, özellikle de temsil ettiği kitleyle bağını belli ölçüde kesmek demektir. Ancak günümüzde dijital iletişim araçları, yani sosyal medya platformları, fiziki özgürlükten daha etkili bir siyasal nüfuz aracına dönüşmüş durumdadır. Tutuklanan bir kişinin hâlâ bu kanallar üzerinden topluma mesaj vermeye devam etmesi, tutuklamanın amacını boşa çıkarır, hatta hukuk düzenini alenen istismar etmek anlamına gelir.

Türk hukuk düzeni, temel hakları güvence altına alırken bu hakların sınırsız olmadığını da açıkça ortaya koymuştur. Anayasa’nın 13. maddesi, hak ve özgürlüklerin “demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine” uygun biçimde sınırlandırılabileceğini hükme bağlar. Aynı zamanda 19. madde, tutuklamanın yargı kararıyla mümkün olabileceğini düzenlerken, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 100. maddesi, tutuklamanın gerekçelerini açıkça sayar: kaçma şüphesinin varlığı, delilleri karartma ihtimali ve suçun ağırlığı. Ne var ki, kamu gücünü kullanmış, halkı temsil etmiş bir şahsiyetin sosyal medya üzerinden kitleleri yönlendirme imkânı, sadece delil karartma veya kaçma şüphesinden ibaret değil; doğrudan demokratik düzenin işleyişine yönelik bir tehdit olarak değerlendirilmelidir.

Uluslararası hukuk da aynı doğrultuda sınırlar çizer. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. maddesi ifade özgürlüğünü güvence altına almakla birlikte, aynı maddenin ikinci fıkrasında bu özgürlüğün “milli güvenliğin, kamu güvenliğinin, kamu düzeninin korunması” amacıyla sınırlandırılabileceğini öngörür. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin içtihatları bu konuda yol göstericidir.

Örneğin, Handyside/Birleşik Krallık (1976) kararında Mahkeme, ifade özgürlüğünü demokratik toplumun temel taşı olarak kabul etmiş; fakat bu özgürlüğün “sorumluluklar ve yükümlülükler içerdiğini” vurgulamıştır. Yani ifade özgürlüğü sınırsız değildir. Yine Zana/Türkiye (1997) kararında, bir belediye başkanının terör örgütünü destekleyen açıklamaları “ifade özgürlüğü” kapsamında görülmemiş, kamu düzenine açık tehdit olarak değerlendirilmiştir. Benzer şekilde Şahin Alpay/Türkiye (2018) ve Mehmet Altan/Türkiye (2018) davalarında AİHM, uzun tutuklulukları eleştirmiş ancak kamu güvenliği ve demokratik düzenin korunması amacıyla belli sınırlandırmaların meşru olabileceğini kabul etmiştir.

Bu kararlar göstermektedir ki, tutuklu bir kişinin özellikle de siyasetçi konumundaysa sosyal medya üzerinden propaganda yapmaya devam etmesi, salt bireysel bir hak meselesi değildir; toplumun güvenliği, demokratik düzenin işleyişi ve yargının etkinliği açısından doğrudan bir risk unsurudur. İfade özgürlüğü mutlak bir dokunulmazlık değil, sorumlulukla dengelenmesi gereken bir haktır.

Gerçek mesele, özgürlüğü kutsal bir dokunulmazlık olarak görüp devletin güvenlik reflekslerini felç etmek değil, özgürlük ile sorumluluk arasındaki dengeyi kurabilmektir. Eğer bir kişi suç isnadıyla tutuklanmışsa, bunun doğal sonucu onun sadece fiziki özgürlüğünden değil, dijital nüfuz araçlarından da mahrum bırakılmasıdır. Aksi halde tutuklama tedbiri, kağıt üzerinde kalan bir formaliteden ibaret hale gelir ve devletin adalet gücü toplum nezdinde zayıflar.

Hukuk, bireyi korumak kadar toplumu da korumak zorundadır. Özgürlük, sorumluluktan soyutlandığında anarşiye, devletin caydırıcılığı işlevsiz kaldığında kaosa kapı aralanır. Bir tutuklunun sosyal medya hesaplarından propaganda yapması, millet iradesine yapılmış ikinci bir saldırıdır. Hukukun üstünlüğü, özgürlük adına adaleti feda eden değil; adalet uğruna özgürlüğü ölçülü biçimde sınırlayabilen bir devlet anlayışıyla mümkündür.

Buradan hareketle devletin, dijital iletişim alanında tutuklulara dair yeni bir yasal çerçeve oluşturması kaçınılmaz hale gelmiştir. Nasıl ki fiziki dünyada tutuklunun dışarıyla temasına sınırlama getiriliyorsa, dijital dünyada da aynı mantık işletilmelidir. Bunun için Ceza Muhakemesi Kanunu’na ek düzenlemeler yapılarak, tutuklu şahısların sosyal medya hesaplarının kullanımına yargı kararıyla kısıtlama getirilmesi mümkündür. Ayrıca, Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu’nun, mahkeme kararıyla bu hesapların geçici süreyle askıya alınmasını sağlayacak teknik yetkiye kavuşması, hukukun dijital alanda da eşit derecede uygulanmasının önünü açacaktır.

Artık devletin görevi yalnızca fiziki suçluyu değil, dijital nüfuzunu da hukuk denetimi altına almaktır. Çünkü günümüzde adaletin boşluk bırakacağı her alan, toplumsal istismar ve kargaşaya davetiye çıkarır.

 


Hukukun Amacı Özgürlüğü Değil, Adaleti Korumaktır!

Seçilmiş makamları işgal edenlerin görevden uzaklaştırılması ya da tutuklanması, sadece bireysel bir ceza muhakemesi tedbiri değildir; doğrudan doğruya millet iradesine yönelmiş bir müdahaledir.

17.09.2025 21:27:00

artı5tv youtube reklamı