Suça sürüklenen çocuklar… Bu ifade, aslında ne kadar ağır bir toplumsal yaraya işaret ediyor: Çocukluğu çalınmış, geleceği karartılmış, masumiyeti ellerinden alınmış yavrularımız.
Rakamlar soğuktur. "X sayıda çocuk suça karıştı" demek kolaydır. Peki ya o rakamların ardındaki hikâyeler? Kimi ekonomik yoksunlukla, kimi aile içi şiddetle, kimi de sokakların acımasız çarkları arasında sıkışıp kalmış bir hayatın kurbanı. Suç, bu çocukların "seçimi" değil; onların sistemin ihmaliyle karşı karşıya kalışının trajik sonucudur.
Toplum olarak en büyük yanılgımız: "Onlar zaten suçlu" damgası vurup geçmek. Oysa çocuklar, suçun nesnesi değil, mağdurudur. Okuldan uzaklaşan, aile içi iletişimi kopuk, mental desteğe erişemeyen her çocuk, potansiyel bir risk altında. Peki ya onları kollayacak mekanizmalar? Sosyal hizmetler, rehberlik birimleri, yerel yönetimler… Hepsi bu konuda aktif bir rol almalıdır. Aynı zamanda okul, aile, çevre bilinci oluşturularak tedbirler alınmalı ve farkındalık yaratılmalıdır.
"Benim çocuğum yapmaz" diyen ebeveynler, komşusundaki şiddeti görmezden gelenler, sokakta dilenen çocuğa bozuk para atıp vicdanını rahatlatanlar… Suça sürüklenen çocuklar, hepimizin ortak sorumluluğu. Umursamazlık, görmezden gelmek suça verilen en büyük destektir.
Bu çocuklar, "suçlu" değil; kurtarılmayı bekleyen masumlardır. Onları yeniden topluma kazandırmak, eğitimle, sevgiyle, şefkatle ve adil bir sistemle mümkün. Unutmayalım: Bir çocuğun eline silah değil, kitap; zincir değil, umut vermeliyiz.
Yarın çok geç olmadan, bugün harekete geçmeliyiz. Çünkü her çocuk, bizim geleceğimizdir.
"Bir Çocuğu Kurtarmak, Bir Toplumu Kurtarmaktır..."