NATO Genel Sekreteri Mark Rutte, bu soruya net bir cevap veriyor:
“ABD NATO’ya tam ve eksiksiz bağlı.”
Üstelik bu sözler, Donald Trump’ın “America First” vurgusunun yeniden devlet politikasına dönüştüğü bir dönemde geliyor. Ancak Avrupa kamuoyu için bu açıklamalar, kuşkuları gidermekten çok yeni sorular doğuruyor.
Çünkü mesele artık ABD’nin NATO’dan çıkıp çıkmayacağı değil; ne kadar kalacağı.
Washington’un son yıllardaki mesajı oldukça açık:
“Avrupa kendi güvenliğinin bedelini daha fazla ödemeli.”
Savunma harcamalarının 2035’e kadar GSYH’nin yüzde 5’ine çıkarılması hedefi, ABD’nin Avrupa’yı ittifak dışına itmek değil, ittifak içinde yeniden konumlandırmak istediğini gösteriyor.
Ama bu yaklaşım, Avrupa için rahatsız edici bir gerçekle yüzleşmek anlamına geliyor:
ABD artık otomatik bir güvenlik sigortası değil.
Güvenlik, şartlı bir ortaklık hâline geliyor.
Bu da ister istemez şu soruyu gündeme taşıyor:
ABD gerçekten bir gün “bu bizim savaşımız değil” der mi?
Kısa cevap: Hayır.
Uzun cevap: Eskisi kadar hızlı “evet” demez.
Avrupa’da bu soruya en güçlü “evet” diyen isimlerden biri Manfred Weber. Avrupa ordusu, stratejik otonomi, ortak savunma… Hepsi kulağa hoş geliyor. Ama gerçekler biraz daha sert.
Avrupa bugün:
Bir başka deyişle, Avrupa siyasi olarak birlik olmadan askerî birlik kurmaya çalışıyor. Bu da işi zorlaştırıyor.
Uzmanlara göre Avrupa’nın NATO’dan bağımsız, gerçek anlamda caydırıcı bir savunma sistemi kurması en az 10–15 yıl alır. Tam anlamıyla bağımsız bir askerî yapı ise muhtemelen 20 yılı bulur.
Yani bu, bugünün değil; gelecek kuşağın projesi.
Avrupa’nın önündeki yol ayrımı sanıldığı gibi “ABD ile ya da ABD’siz” değil.
Asıl tercih şurada yatıyor:
ABD’ye rağmen mi, ABD ile ama daha güçlü mü?
Bugün gelinen noktada Avrupa’nın hedefi, NATO’yu terk etmek değil; NATO içinde daha az kırılgan olmak. ABD’nin desteği sürerken, o destek çekildiğinde de ayakta kalabilecek bir yapı inşa etmek.
Bu, ne ABD’ye meydan okumak ne de Atlantik ittifakını terk etmek anlamına geliyor.
Bu, jeopolitik reşit olma süreci.
2026’ya girerken şu gerçeği kabul etmek gerekiyor:
ABD Avrupa’dan tamamen gitmeyecek.
Ama Avrupa da artık ABD’ye tamamen güvenemeyecek.
Geleceğin Avrupa’sı, ne Washington’a sırtını dönen ne de gözünü ondan ayıramayan bir Avrupa olacak. Güvenliğini başkasına emanet eden değil; paylaşan bir Avrupa.
Asıl soru şu:
Avrupa bu sorumluluğu taşımaya gerçekten hazır mı?
Hazır değilse, dengeler çok farklı şekilde gelişecektir.