Salih Altınışık

Tarih: 14.06.2025 23:57

Ateş Çemberindeki Orta Doğu: İran-İsrail Çatışması ve Türkiye'nin İmtihanı

Facebook Twitter Linked-in

Orta Doğu, tarihinin belki de en kritik dönemeçlerinden birini yaşıyor. İran ile İsrail arasındaki gerilim, son saatlerde nükleer tesislerin hedef alındığı karşılıklı saldırılarla zirveye ulaşmış durumda. Bu tırmanış, bölgedeki dengeleri altüst etme ve küresel çapta öngörülemez sonuçlar doğurma potansiyeli taşıyor.

Batı dünyası alarmda, Türkiye ise her zamanki gibi bu fırtınanın ortasında, hem kendi güvenliğini hem de bölgesel istikrarı koruma çabasında.

Batı'nın İki Ucu Keskin Kılıcı: Kınama ve Kaygı

Batı medyasının manşetleri, İsrail'in İran'ın nükleer tesislerine yönelik "önleyici" saldırıları ve İran'ın buna karşılık balistik füze ve drone saldırılarıyla yankılanıyor. Haberlerde İsrail'in "varoluşsal tehdit" algısı ve "kendini savunma hakkı" sıkça vurgulanırken, İran'ın saldırıları uluslararası hukukun ihlali olarak kınanıyor. Ancak bu tek taraflı okumanın ötesinde, Batılı başkentlerde derin bir endişe hakim.

ABD başta olmak üzere Batılı müttefikler, bir yandan İsrail'e desteklerini yinelerken, diğer yandan Netanyahu hükümetine "itidal" çağrısı yapıyor. Zira bu tırmanışın bölgesel bir savaşa dönüşmesi, sadece Orta Doğu'yu değil, küresel enerji piyasalarını, tedarik zincirlerini ve dolayısıyla dünya ekonomisini derinden sarsma potansiyeli taşıyor.
 Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler gibi uluslararası aktörler de taraflara gerilimi düşürme ve diplomatik kanalları açık tutma çağrısında bulunsa da, sahadaki gelişmeler bu çağrıların ne denli karşılık bulacağını belirsizleştiriyor.
 ABD Başkanı Donald Trump'ın olası bir müzakere süreci başlatma çabalarının İsrail'in saldırılarıyla sekteye uğraması, krizin karmaşıklığını daha da artırıyor.

Türkiye'nin Çok Boyutlu Duruşu: Eleştiri, Arabuluculuk ve Ulusal Çıkar

Türkiye, bu kritik anlarda bölgedeki en önemli ve kendine özgü aktörlerden biri olarak öne çıkıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'dan gelen açıklamalar, Türkiye'nin durum değerlendirmesini ve dış politika önceliklerini net bir şekilde ortaya koyuyor. Ankara, İsrail'in İran'a yönelik saldırılarını "uluslararası hukukun açık bir ihlali" ve "provokasyon" olarak nitelendirerek en sert şekilde kınadı.
Bu duruş, Türkiye'nin Gazze'deki İsrail saldırganlığına karşı takındığı sert tavrın bir devamı niteliğinde.
Türkiye, Netanyahu hükümetinin "bölgesel ve küresel barışı tehlikeye atan pervasız, hukuksuz ve saldırgan eylemlerini" derhal durdurması gerektiği yönünde güçlü bir çağrı yapıyor.

Türk yetkililerin Dışişleri, Savunma ve İstihbarat başkanları düzeyinde gerçekleştirdiği toplantılar, Ankara'nın krizin potansiyel sonuçlarına karşı ne denli hazırlıklı olduğunu ortaya koyuyor.

Ancak Türkiye'nin duruşu sadece kınamayla sınırlı değil. Ankara, hem İran hem de İsrail ile geçmişten gelen iletişim kanallarını kullanarak, arabuluculuk rolünü üstlenme niyetini de belli ediyor.
 Dışişleri Bakanı Fidan'ın, Trump yönetiminin başlattığı İran nükleer müzakerelerinin ilerletilmesinin tek çözüm yolu olduğu yönündeki ifadeleri, Türkiye'nin diplomatik çözüm arayışının bir göstergesi.
Türkiye'nin bu çabaları, bölgesel istikrarsızlığın kendi ulusal güvenliği üzerindeki potansiyel olumsuz etkilerini (göç dalgaları, terör örgütlerinin güçlenmesi gibi) minimize etme arayışıyla da yakından ilişkili.

Öte yandan, Türkiye'nin bu krizdeki rolü, Batı'daki bazı çevreler tarafından "İran'ı destekleme" olarak yorumlanabilse de, Ankara'nın temel motivasyonu bölgesel bir felaketi önlemektir.
 Türkiye'nin bağımsız dış politika çizgisi, bölgedeki tüm aktörlerle konuşabilme kapasitesi ve jeopolitik konumu, onu bu krizde önemli bir arabulucu haline getirebilir.

Gelecek ve Türkiye'nin Rolü

Orta Doğu'daki bu tehlikeli tırmanışın nereye varacağı belirsizliğini koruyor. Ancak kesin olan bir şey var ki, bölgedeki herhangi bir tam ölçekli çatışma, küresel çapta ağır bedeller ödenmesine yol açacaktır.

Bu bağlamda, Türkiye'nin diplomatik çabaları ve dengeleyici duruşu, sadece kendi ulusal çıkarları için değil, aynı zamanda bölgesel ve küresel barış için de kritik bir öneme sahip.
 Ankara, bu ateş çemberinde hem kendi güvenliğini korumak hem de diplomasi köprülerini ayakta tutarak istikrara katkıda bulunmak gibi zorlu bir görevi üstlenmiş durumda.
 Gelecek günler, Türkiye'nin bu imtihandan nasıl bir başarıyla çıkacağını gösterecek.

 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —