Bir zamanlar Ankara’dan İstanbul’a “adalet” için yürüyen bir lider vardı. Koca bir yürüyüş, binlerce adım, milyonların umutla izlediği bir yolculuk… O yürüyüşün adı “Adalet”ti, ama bugün geldiğimiz noktada aynı liderin tekrar o koltuğa muhtemel oturmasını sağlayan şey yine "adalet" sistemi olacak. Ne garip tecelli değil mi?
Kemal Kılıçdaroğlu, bugün kendi partisindeki usulsüzlük iddialarının gölgesinde yeniden genel başkanlık koltuğuna doğru bir hamle içinde. Bu sefer adalet sisteminin verdiği kararlar sayesinde. Ne yaman çelişki… Düne kadar “ülkede adalet yok” söylemini bayraklaştıranların, bugün kendi koltuk mücadelelerinde adaletin gölgesine sığınmaları manidar değil de nedir?
Ancak asıl soru şu: 30 Haziran’da eğer yargı “mutlak butlan” derse, yani kurultayın geçersizliğini ilan ederse, Kılıçdaroğlu ne yapacak? “Ben haksız yere indirildim ama olsun, beni indirenler yine kaptan köşkünde otursun” mu diyecek? Bu sorunun cevabı sadece CHP’nin değil, Türk siyasetinin geleceği açısından da önemli.
Dahası var: Mevcut yönetim, olası bir yenilgiye karşı B ve C planlarını hazırlıyor. Yeni stratejiler hazır, yeni isimler rafta. Kılıçdaroğlu olmazsa Muharrem İnce olsun; yeter ki Ekrem İmamoğlu'nun önü kesilsin anlayışı, parti içi hiziplerin ne kadar derinleştiğini gözler önüne seriyor. Dün Ekremci olanların, yarın Muharremci olmasına kimse şaşırmasın. Bu cephe artık sabit fikirli değil, sabit koltuklu. Kimin neyi savunduğunun bir önemi yok; önemli olan kimin hangi sandalyeye oturacağı.
Bu yapı artık iflas etmiştir. Ne milletin değerlerine, ne de coğrafyanın gerçeklerine söyleyecek sözü kalmıştır. Nasıl ki insan bedenindeki kangrenli uzuv tedavi edilemezse, kesilip atılırsa; bu siyasi yapı da artık sağlıklı bir sistemin parçası olamaz. Çünkü çürümüş yapı, sadece kendi kendini tüketmekle kalmaz; bağlı olduğu bünyeyi de zehirler.
Bu ülkenin ve bu milletin, artık köhnemiş sloganlara değil; yerli, milli ve ilkeli bir muhalefete ihtiyacı var. Samimiyetle milletin derdini dert eden, günü kurtarmaya değil, yarını inşa etmeye çalışan bir anlayışa ihtiyaç var.
Önümüzdeki günler, bu ihtiyacın nasıl ve kimler tarafından karşılanacağına dair önemli işaretler verecek. Ama şu bir gerçek: Türkiye, geçmişin bagajlarından arınmış, yeni bir siyasal söyleme ve yeni bir muhalefet ruhuna gebedir.
Ve unutulmamalıdır ki, adalet yalnızca yürümekle değil, onu gerçekten yaşamakla mümkündür.