SON DAKİKA HABERLERİ

HaberManşetlerSon Dakika

İçimizdeki Tezatlar ve Kardeşlik Sınavı: Türkiye, İsrail ve Azerbaycan Üzerine Bir Vicdan Muhasebesi

Türkiye, 21. yüzyılda sadece bölgesel değil küresel anlamda da yeni bir güç merkezi olma yolunda önemli adımlar atmaktadır. 

Enerji koridorlarından savunma sanayisine, diplomatik hamlelerden insani duruşuna kadar pek çok alanda güçlü bir duruş sergileyen Türkiye, özellikle Filistin meselesindeki net ve ilkeli tavrıyla mazlum halkların sesi olmuştur. 

Bu kararlı duruşun sadece devletin değil, milletin vicdani bir refleksi olduğunu da unutmamak gerekir.

Ancak bu yüksek ideallerin ve dış politikadaki omurgalı duruşun iç siyasette bazı örneklerle gölgelenmesi, halkın vicdanında derin yaralar açmaktadır. 

İktidar partisinde üç dönem milletvekilliği yapmış, önemli görevlerde bulunmuş bir şahsın, bugün Ankara’da bir üniversitenin rektörlüğünü yürütmesi yetmiyormuş gibi, İsrail’in Türkiye’deki yayın organı gibi çalışan Şalom gazetesinde köşe yazarlığı yapması, kamuoyunda haklı olarak büyük bir sorgulama doğurmaktadır.

Söz konusu isim, Gazze’de çocuklar can verirken, anneler evlatsız, şehirler sessizliğe gömülmüşken tek bir paylaşımda dahi bulunmamış, buna karşın İsrail asıllı bir sanatçıya sahip çıkan ifadeleriyle dikkat çekmiştir. 

Burada sadece bir duyarsızlık değil, açık bir tezat, hatta ikiyüzlülük söz konusudur. Zira bu kişi, milletin değerlerini temsil etmesi gereken bir görevde bulunmakta ve aynı zamanda iktidar partisinin misyonunu da yansıttığı iddiasındadır. 

Oysa sergilediği tutum, partinin ideolojik çizgisiyle açıkça çelişmektedir.

Burada bir durup düşünmek gerekir: Bu şahıs bu milletin hangi değerlerini savunmakta, hangi duygularına tercüman olmaktadır? 

Milli iradeyi temsil iddiasındaki bir pozisyonda olan bir kişinin, milletin vicdanını derinden yaralayan bir süreçte bu kadar duyarsız kalması kabul edilebilir mi? Bu sorular sadece bir kişiye değil, sistemin kendisine de yöneltilmelidir. Zira mesele bir bireyin tutumu olmaktan çıkmış, sistematik bir vurdumduymazlık ve hesap sorulmayan bir çarpıklık haline gelmiştir.

Öte yandan, bu içsel çelişkileri yaşarken bir de “iki devlet, tek millet” şiarını paylaştığımız kardeş ülke Azerbaycan’ın tutumu, milletimizin vicdanında başka bir yara daha açmıştır. 

Son Eurovision Şarkı Yarışması’nda Azerbaycan’ın İsrail’e tam 12 puan vermesi, sadece müzikle açıklanamayacak bir tavrın yansımasıdır. Bu sembolik adım, aslında iki ülke arasındaki derinleşen siyasi ve ekonomik ilişkilerin bir ifadesidir. Oysa Türkiye, İsrail’in Filistin topraklarındaki zulmüne karşı kararlı bir duruş sergilerken, Azerbaycan’ın İsrail ile askeri ve ticari ilişkilerini her geçen gün daha da ileriye taşıması, kardeşlik hukuku açısından izaha muhtaç bir durumdur.

Azerbaycan’ın, özellikle savunma sanayinde İsrail’e bağımlılığı, İran’a karşı konumlanma stratejisi ve Batı ile ilişkilerini dengeleme gayreti, bu ilişkilerin arka planını oluşturmaktadır. 

Ancak bu gerekçeler, mazlum Filistin halkının yaşadığı katliamları görmezden gelmenin bahanesi olamaz. Hele ki bu ilişkilerin halk iradesinden çok, belirli bir vesayet yapısının yönlendirmesiyle şekillendiği düşünülürse, Azerbaycan halkının da kendi içinde bir özgürlük mücadelesi vermesi gerektiği gerçeği ortaya çıkar.

Zira halklar, her zaman yöneticilerinin politikalarını onaylamaz. Türkiye’de olduğu gibi Azerbaycan’da da devlet politikaları ile halkın vicdanı arasında zaman zaman büyük farklar olabilir. 

Bu noktada medya, sivil toplum ve kanaat önderlerine büyük sorumluluk düşmektedir. Gerçek kardeşlik, yalnızca savaşta değil, barışta da birbirinin yanında durmayı; yalnızca zaferde değil, mazlumun yanında saf tutmayı gerektirir.

Türkiye, büyük bir ülke olmanın gereği olarak sadece kendi coğrafyasına değil, dost ve kardeş ülkelerin iç siyasal dinamiklerine de dikkat kesilmek zorundadır. 

Gerek iç siyasetteki tutarsızlıklar, gerek dış politikadaki kırılmalar, milletin moralini zedelemekte; ülkenin itibarına gölge düşürmektedir. Bu tablo karşısında, milletin değerlerine sadık duran, samimi ve ilkeli bir duruş sergileyen herkesin sorumluluk alması, sessiz kalmaması bir zorunluluktur.

Sonuç olarak; Türkiye’nin vicdanlı duruşu ile bu duruşu içerden ya da dışardan gölgelemeye çalışan yapılar arasındaki farkı milletimiz gayet iyi görmekte ve not etmektedir. 

Ne içerideki çelişkiler, ne dışarıdaki kırılmalar, bu ülkenin haklı duruşunu gölgeleyemez. Ancak bu haklı duruşun sürdürülebilir olması, milletin değerlerine aykırı adımlar atanlara karşı hesap sorulmasıyla mümkündür. Zira güçlü bir gelecek, ancak tutarlılık üzerine inşa edilebilir.

 

Yanıt Ver

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu Haberler İlginizi Çekebilir