Göç İdaresi’nin sınır dışı işlemi hakkında yapılan iptal başvurusunun reddine dayanan bu karar, yalnızca söz konusu iki kişi için değil; Türkiye’de yaşayan tüm Uygur sığınmacılar ve diğer göçmenler için ciddi bir hukuki ve insani tehdit oluşturmaktadır.
6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun 4. ve 55. maddeleri ile Türkiye’nin taraf olduğu birçok uluslararası sözleşme—BM Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi, İşkenceyi Önleme Sözleşmesi ve Cenevre Sözleşmesi—işkence, ölüm tehdidi veya insanlık dışı muamele riski bulunan ülkelere iade işlemlerini kesin olarak yasaklamaktadır.
Mahkemenin “zulme uğrayacaklarına dair somut delil bulunmadığı” gerekçesi ise açıkça hukuki gerçekliğe aykırıdır.
Doğu Türkistan’daki ağır hak ihlalleri, Birleşmiş Milletler, Avrupa Parlamentosu, Uluslararası Af Örgütü ve İnsan Hakları İzleme Örgütü tarafından defalarca belgelenmiş durumdadır. Bu konuda bireyselleştirilmiş ispat şartı aranması, hem hukuki normlarla hem de temel insan hakları ilkeleriyle çelişmektedir.
Davacıların Uygur kökenli olmalarına rağmen Türkmenistan vatandaşı oldukları iddiası, kararın özensiz bir değerlendirmeye dayandığını düşündürmektedir. Üstelik davacılar hakkında açılmış bir ceza davası bulunmamakta, isnat edilen suçlarla ilgili takipsizlik kararı mevcuttur.
Bu gerçeklere rağmen yalnızca istihbarat kaynaklı şüpheyle sınır dışı kararının uygulanması, masumiyet karinesini ağır şekilde ihlal etmektedir. Bu yaklaşım, suç isnadı bulunmayan kişilerin dahi sınır dışı edilebilmesinin önünü açarak tehlikeli bir emsal oluşturmaktadır.
Bu tür kararlar, sadece Uygur Türklerini değil, Türkiye’de yaşayan tüm göçmenleri doğrudan etkilemektedir.
Ortaya çıkan korku atmosferi, herhangi bir idari sürecin bile sınır dışı tehdidine dönüşmesine yol açmakta; bireylerin kendilerini savunma imkanlarını zayıflatmaktadır.
Bu koşullar:
Türkiye’nin hukuki güvenceleri tüm bireyler için eşit biçimde sağlaması, bu tür kararların uluslararası yükümlülüklere uygun şekilde yeniden değerlendirilmesi zorunludur.
Uygur Türkleri, Türkiye ile derin tarihî ve kültürel bağlara sahip bir topluluktur. Türkiye Cumhuriyeti geçmişte olduğu gibi bugün de soydaşlarına sahip çıkma konusunda ahlaki ve vicdani sorumluluk taşımaktadır.
Bu nedenle söz konusu karar, yalnızca bir idari işlem olmaktan öte; insani, ahlaki ve uluslararası hukuku ilgilendiren bir mesele olarak ele alınmalıdır.
Bizler, insan haklarına duyarlı tüm kişi, kurum ve yetkilileri bu hukuksuz karara karşı harekete geçmeye davet ediyoruz.
Uygur Türklerinin Çin’e iadesi, telafisi mümkün olmayan sonuçlara yol açacak bir insanlık suçu olacaktır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni, yargı organlarını ve ilgili tüm kurumları,
uluslararası hukuk, insan hakları ve vicdan çerçevesinde hareket etmeye çağırıyoruz.