Mezhep imamlarımızın görüşüne göre yardım, ihtiyaç sahibinin ihtiyacı kadardır. Diğer gramajı düşük yardımlar ise sadece dilenci savmaya yarar.
İktidarların belirlediği asgari ücret ne bir yardım yerine geçer ne de sadaka sayılır.
24.100 TL ancak bir hanenin ekmek karnesi olabilir. Bu ülkede etiketler saatte bir değiştiği sürece, 30 bin lira da olsa yetmez.
Bir düzen, Allah’ın hükümlerine yaslanmıyorsa onda adalet bulunmaz. Hep “bana” diyen bir zihniyetle karşı karşıyayız.
Bir oturuşta deveyi amutla yutanlar, mal varlıklarının kırkta birini sadaka olarak verip kazalardan ve belalardan korunmayı düşünseler, ihtiyaç sahiplerini bulamazsınız. Ancak bunu yapmak yerine, servet biriktiriyorlar.
Eğer iktidarlar dar gelirliye 24 bin liradan fazlasını veremiyorsa, o halde sormamız gerekir: Paralar nereye gidiyor?
Öncelikle belediyeler adeta bir arpalık hâline gelmiş durumda. Belediyelerin toplam borcu, devletin borcundan bile fazla. Yaptıkları hizmetler ise devede kulak.
Belediyeler, çalışanlarının SGK prim borçlarını ödeyemezken, kutlama adı altında çıplaklara ve şarapçılara milyon dolarları harcıyor. Ellerini tutan yok, vicdanları da sızlamıyor.
Adaletin yolu Allah’ın hükümlerine dönmekten geçer.
Eğer Allah’ın (cc) hükümleri getirilseydi, sokakta ne bir aç kalır ne de bir muhtaç.
Biraz geçmişe bakalım:
150 yıl önce Halife Ömer bin Abdülaziz döneminde zekât ve sadaka verecek aile bile bulunamıyordu. Halife vefat ettiğinde, iç gömleğinin eski ve yıpranmış olduğu görülmüş, sahabelerden biri hanımına bu durumu sormuştu. Hanımı da şu cevabı vermişti: “Halifenin giyecek başka bir gömleği yoktu.”
Materyalist ve laik düzenin böyle bir derdi yok. Herkes kendi çıkarının peşinde. Dar gelirlinin ise nefesi kesiliyor.
Yaklaşan miladi yılbaşı bunun en net örneği. Bir gecede kutlama adı altında çıplaklara ve sarhoşlara milyonlarca lira harcanacak. İşçilerin prim borcunu ödemeyenler, buna kaynak bulabiliyor.
Bir diğer mesele ise uyduruk tarih dizilerine hazineden akıtılan paralar. Tarih saptırılıyor, bir yandan da bu yolla servet kazanılıyor.
Karne Meselesi:
Bu, aslında 1950 öncesine aittir. O yıllarda altı yaşlarındaydım. Piyasada bir şey yoktu; çarık bulsak mutlu oluyorduk. Şeker ve çay, yalnızca İsmet Paşa’nın memurlarına özgü bir keyifti.
Annelerimizin evdeki tezgâhlarda dokuduğu kendirden gömlek ve ceketler giyerdik. Ancak Demokrat Parti iktidara geldiğinde buğday ekmeğiyle tanıştık. Ayaklarımız lastik ayakkabı gördü. Cebimiz para gördü. Piyasalar açıldı, yollar ve köprüler inşa edildi.
Bugün sokaklarda bile park edecek yer bulunamıyor. Buna rağmen ülkenin %10’u hâlâ dar gelirli. Eskilere kıyasla durum daha iyi olsa da, bu kesimin “ekmek karnesi” zihniyetinden kurtarılması gerekiyor.
Aksi hâlde pusuda bekleyen tehlikeler var:
İktidarın CHP zihniyetine geçmesi hâlinde Suriye elden gider. Güneyimizde bir Ermeni-Kürt devleti kurulur ve İsrail’in Dicle-Fırat yolu açılmış olur.
Haberiniz olsun.