Zaman zaman sessizlik, fırtınadan daha büyük bir habercidir. Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki ekonomik diyalog masası tam altı yıl sessiz kaldı. Ne telefonlar çaldı, ne kalemler oynadı, ne de ciddi bir buluşma yaşandı. Ama şimdi, Brüksel’de o masa yeniden kuruldu. Üstelik bu kez dosyalar dolu, ajandalar net, iradeler güçlüydü.
Türkiye oradaydı. Hazırlıklı, kararlı ve net bir vizyonla. Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ile Ticaret Bakanı Ömer Bolat’ın temsil ettiği heyet, sadece bir ülkenin teknik sunumunu değil, bir milletin toparlanma iradesini masaya koydu. 2025–2027 Ekonomik Reform Programı, Türkiye’nin artık günü kurtaran değil, yarını planlayan bir ekonomi politikası izlediğini gösterdi.
Brüksel’in dili bellidir. Cümleler kısadır, mesajlar uzundur. Ve bu kez AB yetkilileri farklı bir Türkiye gördü. Söyleyip yapmayan değil, önce yapıp sonra anlatan bir Türkiye. Evet, zorluklar oldu. Ama Türkiye, ekonomik türbülanstan siyasi soğukluğa kadar pek çok başlıkta yeniden yönünü buldu. Ve bu yön, çatışma değil uzlaşma, savrulma değil istikrar, iddia değil icraat üzerine kurulu.
Ortak bildiride yer alan “hukukun üstünlüğü, demokrasi, temel hak ve özgürlükler” vurgusu, bazı çevrelerce klasik bir tekrar olarak görülebilir. Ama Türkiye açısından bu satırlar bir meydan okumadır. Çünkü artık bu ilkeler, Batı’nın bize dikte ettiği değil; bizim kendimize verdiğimiz sözlerdir. Yani mesele, Avrupa’yı memnun etmek değil; milletin refahını, adaletini, huzurunu sağlama meselesidir.
Gümrük Birliği’nin güncellenmesi, vize serbestisi, yatırım ortamının iyileştirilmesi gibi başlıklar, teknik görünebilir. Ama aslında her biri birer siyasi turnusol kâğıdıdır. Bu konulardaki ilerleme, sadece ekonomiyi değil; yönümüzü, niyetimizi ve ciddiyetimizi de ortaya koyacaktır. Türkiye bugün sadece Avrupa’nın çevresinde değil; merkezinde tartışılan, dikkate alınan, hatta eksikliğinde kriz büyüyen bir ülkedir.
Ve evet, Avrupa Türkiye’yi yeniden konuşuyor. Çünkü ne enerji güvenliğini Türkiye’siz sağlayabilir, ne göç akınını yönetebilir, ne de Doğu Akdeniz’de denge kurabilir. Türkiye olmadan bu coğrafya eksik kalıyor. Bunu Türkiye uzun zamandır biliyordu, Brüksel ise nihayet anlamaya başladı.
Bu toplantıdan çıkan en büyük sonuç şudur: Türkiye artık masada izlenen değil, masa kuran bir aktör olmak istiyor. Bugüne kadar hep “ne verirseniz alırız” diyen Türkiye gitti, yerine “ne paylaşacağız?” diyen bir Türkiye geldi. Bu, özgüvenin ve devlet aklının yeniden buluşmasıdır.
Şimdi soru şu: Bu adımlar kararlılıkla devam edecek mi? Evet. Çünkü bu yol artık sadece ekonomiyle değil, milletin geleceğine olan borcumuzla ilgili. Artık Türkiye sadece bugünü değil, yarını da düşünen bir devlet refleksiyle hareket ediyor.
Brüksel’de kurulan masa bize sadece dış dünyadan gelen bir davet değil, aynı zamanda içerde yeniden ayağa kalkma çağrısıdır. Bu çağrıya kulak verilmeli. Çünkü bu kez saat, Türkiye’yi gösteriyor.